İkibinli yıllar boyunca, iktidar grubunun ısrarla sürdürdüğü islamcı politikalardan tedirgin olan laik toplum, islamcı toplumun aksine, siyasal temsil sorunu yaşıyor.
Önce şu gerçeği teslim etmek gerekiyor; Türkiye artık o bildiğimiz Türkiye değil. AKP, ülkeyi dönüştürmeyi başardı. Ülkenin neye dönüştüğü ise başlı başına bir sorun.
Ancak, 'böyle bir ülkede yaşamaya itirazı olanların' kendilerini ifade edebilecekleri bütün zeminlerin ve mecraların neredeyse yok hükmünde olması, yakıcı bir sorun olarak ülke gündemine girdi.
Türkiye, geçmişte hiç yaşanmamış türden gelişmeler ve sorunlar karşısında bocalıyor. Endişelenmemizi gerektirecek boyutlara ulaşan iç ve dış sorunların, gözü kara bir grubun yetersizlikle malul yönetim anlayışı sonucu, baş edilemez boyutlara ulaşması muhtemeldir. Ülkede, en geniş anlamıyla, 'güvenlik' sorunu yaşanıyor. Hiç değilse, ülke nüfusunun yarısı kendini iyi hissetmiyor.
Türkiye'nin içinden geçtiği koşullar böylesine olağandışı özellikler gösterirken, muhalefet partilerinin geniş kitlelerle bağlarının bu kadar zayıf olması iktidar için büyük şans olurken, ülke için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bu ahval ve şerait içinde de haliyle gözler ana muhalefete çevriliyor.
Ana muhalefet lideri diyor ki; ' Ne olacak bu ülkenin hali ben merak ediyorum…' Ben de merak ediyordum. Ne ki bu samimi itiraf anını tv ekranlarından izledikten sonra bende merak falan kalmadı.
Belli ki olanlar olmuş, merak edecek bir şey kalmamış… Herkes başının çaresine baksın!
Muhalefet açısından durum gerçekten bu kadar mı çaresiz, yoksa ben mi abartıyorum, orası biraz karışık; fakat umutların git gide tükendiği bir gerçek.
Muhalefet, muhalefet yapmamakla ünlü oldu. OHAL kararnamesi kapsamında ülke olağanüstü koşullarda yönetilirken muhalefet yapmanın zorluğunu elbet de kabul etmek gerekir.
Bununla birlikte, CHP'ye bağlanan umutların gün be gün azaldığı da bir gerçek. Toplumsal muhalefet, genel olarak, örgütlü olmanın gücünden yoksun. Dolayısıyla muhalefet etkisiz kalıyor.
Türkiye'de olan biteni doğru okumak gerçekten çok zor. Aydınlanma devriminin eksiklerini ve yetersizliklerini tartışıyorduk. Şimdi ise, o eksik ve yetersiz halini döne döne arar olduk. Atatürk'ün Cumhuriyet devrimini aşmak gerektiğini söylüyorduk. Aşmak ne kelime, az gerisinde tutunabilmek bile başarı olacak…
Atatürk'ü ve devrimlerini aşmak, daha ileri taşımak, bu ülkenin haddi değilmiş; acı tecrübelerle bu gerçeğin ayırtına varıyoruz. Laik Cumhuriyet, sosyal devlet, evrensel hukuk normları ülkeye bol geldi. Atatürk fazla geldi. Hazmetme kapasitesini aşıyor.
Hal böyle olunca, CHP'yi eleştirmek bir zorunluluk olarak ortaya çıktığı halde, eleştiri bana çok anlamlı görünmüyor. Türkiye'nin sosyolojisi başka türlü düşünmeyi gerektiriyor.
CHP, Cumhuriyet'in yüzyıllık varlığının elde kalan en anlamlı parçasıdır ve azalarak da olsa, elan umutları besleyen biricik siyasi yapı olarak varlığını sürdürüyor.
Kanımca, sorun, CHP yönetiminden ziyade, CHP içinde mücadeleden geri duran 'sözüm ona biz Cumhuriyet'in yurttaşlarından' kaynaklanıyor.
Niyetim, yönetimi savunmak değil. Gelin görün ki, elini taşın altına koymayan, buna karşılık, dışarıdan en acımasız eleştirileri yapan partililer ve aydınlanma devrimini savunan toplumla CHP nasıl siyaset yapsın?
Parti yönetimini eleştirmek elbet de CHP'ye oy verenlerin hakkıdır. Ancak, böyle zor zamanlarda hem partinin dışında durmak, hem de eleştirmek bana doğru gelmiyor. Yoksa söylenecek çok şey var… Ülke geleceğini ararken CHP'lilerin partilerinden bu kadar uzak durmaları, asıl vahim olandır. Önce bu durumu konuşmak, eleştirmek gerekir. Sonra sıra parti yönetimine de gelir…
CHP elde kalan son kaledir. Parti saflarında bir araya gelemeyen CHP'lilerin nasıl bir geleceğin peşinde olduklarını ben anlamakta zorlanıyorum.
'Yenim dar, yerim dar' kafasıyla bu iş yürümez.