Memleketim...


Ellerimi uzatıp dokunamadığım
Bin bir renkli çiçeklerini koklayamadığım
Ayağı çıplak mendil satan bebelerinin başını okşayamadığım
Annemin mezarı başına gidip, toprağına yüzümü süremediğim
Yaşlı babamın tutmayan felçli koluna girip yürütemediğim
Büyüdüklerini göremediğim yeğenlerimin çocuk sevinçlerini hiç paylaşamadığım
Doğduğum ve büyüdüğüm kent İstanbul'un bir avuç gökyüzünü seyretmeye doyamadığım
Marmara'nın sularında, epeydir derinlerine dalıp kum çıkaramadığım, balıkçı tekneleri ile yarışamadığım
Kimi yoksul ve kaygılı, kimi mutlu ve gösterişli ama her daim coşkun bir ırmak seli gibi caddeleri dolduran insan kalabalığının uğultusunu duyamadığım
Bir sonbahar akşamı Eminönü sahiline inip ekmek arası balık yiyemediğim
Sırf vitrinlerine bakmak için çarşılarını dolaşamadığım
Kış gecelerinde soba başında kestane patlatamadığım
Bir bankın kıyısına ilişip gevrek simit yiyemediğim
Sokaklarda top koşturan ya da saklambaç oynayan çocukların şen kahkaları ile yüreğimi ısıtamadığım
Çat kapı komşu sohbetlerinde içimin sıkıntısını dökemediğim
Dünyanın en nadide coğrafyası ve başka hiç bir yerde yaşamayı tercih etmeyeceğim ciğerimin köşesi
Benim canım, benim güzel ama bahtsız memleketim... Şimdi uzaklardan çaresizce ağladığım bir yangın yeridir...
Şairin dediği gibi neden ağlamak hep bize düşer, acılar hep bize mi düşer usta?