Son dönemlerde çokça dile getirilen kavramlar arasında liyakat ve nepotizm kavramları bulunmaktadır. Aslında bu kavramlar devlet yönetimi ve siyasetin en eski kavramları arasındadır.
Liyakat, işin, makam ve mevkiinin gerektirdiği özelliklerdir. Nepotizm ise, liyakati dikkate almaksızın eş dost kayırmacılığı anlamına gelmektedir. Siyasetin en eski hastalıklarından biridir.
Eski Yunan'ın en ünlü filozoflarından biri olan Platon bu sorunu kendine dert edinmiştir. Onun önerilerinden biri yöneticilerin aile ve özel mülklerin olmamasıdır. Böylece kayırmacılığın ortadan kalkacağını ummaktadır.
Ortaçağda etkili olan Kilise kurumunun yöneticileri için de bu türden kaygılar vardı elbet. Evlilik yasağı olan ve dolayısıyla çocuğu olmayan din adamlarının kimseyi kayıramacağı düşünülmüş ama bu defa yeğen kayırmacılığı başlamış. Nepotizim, İtalyanca bir kavram olarak bu anlama gelmektedir. Yeğencilik.
Kayırmacılık ile liyakat arasında ters orantı vardır. Biri arttıkça diğeri geriler.
Liyakatın bu kadar gerilediği ve dolayısıyla kayırmacılığın bu kadar yükseldiği bir dönem sanırım yaşanmamıştı. Diplomasızılık ve eğitimsizlik adeta yüceltildi. Liyakat sadece diploma değil elbet. Ama bilgi birikimi, tecrübesi ve nitelikleri hiç uygun olmayan binlerce kişi binlerce mevki ve makamı işgal ettiler bu dönemde. Bakanlar, müdürler, vali ve kaymakamlardan, rektörlere ve oradan da belediye başkanlarına kadar o kadar çok örnek yaşandı ki…
Ülkenin ve kurumların bu kadar kötü yönetilmesi, yetkinin tek kişide toplanması kadar bu yapının ürünü olan liyakatsiz kadrolar sayesinde gerçekleşti. Muhalefetin buna sıkça atıf yapılması isabetli bir tutum.
Devlet kadrolarını eş dost ve yakınları doldurmak bir yolsuzluktur. Bu yöneticilerin yönetme sırasında da iş verme, iş alma ve ihaleler aracılığıyla bu yolsuzluk katmerli hale gelmektedir.
Muhalefet temsilcileri ve taraftarlarının buna sıkça vurgu yapması hem iktidarın yolsuzluk batağını vurgulamak için şarttır hem de iktidar değiştiğinde bu uygulamalardan vazgeçileceği vaadini içerir. Ancak bunun sadece iktidara ait bir hastalık olmayıp, siyasi kültürümüzde etkili bir sorun olduğunu unutmamak gerekir.
Geçmişte de her parti ve iktidarın kayırmacılık ve yolsuzluk olaylarını gördük maalesef. Sadece parti liderinin veya Cumhurbaşkanı adayının dürüst olması bu konuda bir güvence olamaz. Ecevit ve Erdal İnönü de dürüst kişilerdi ama onların döneminde de çevrelerindeki bazı politikacıların yolsuzluklara karıştığına tanık olduk.
Ayrıca muhalefetin elinde bulunan belediye yönetimlerinde liyakate çok özen gösterildiği söylenemez. Ama eş, dost ve pre modern ilişkilere dayalı kayırmaların yaygın olduğu çok bilinen bir gerçek. Liyakatli biri bile olsanız, belediye veya parti yönetiminden bir torpil olmadan işe girmek adeta istisnadır. Parti ayrımı olmaksızın torpil kurumsallaşmış bir pratiktir.
Muhalefet cephesinde çokça profesyonel kişi ve gruplar arasında, şimdi sıra bizde diye bekleyenlerin olduğunu unutmamak gerekir.
Onun için bu konuda duyarlılığı artırmak gerekir. Herkes kendi akis odalarında sadece karşı mahallenin kötülüklerini duymaya alıştığı için, bunun genel bir kamuoyu baskısına dönüşmesi kolay değil. Çünkü kimse gerçeği duymak istemeyip, kendi medyasından olup bitenleri izlemeyi tercih ediyor.
Yine de bu konuda en önemli görev, gerçek anlamda ve bağımsız, yani hükümet ve belediyelerden beslenmeyen basına, aydınlara ve sivil topluma düşmektedir.