Gündem o kadar sıcak ki, gündelik yaşama yönelik ve ülkenin diğer kronik sorunları, geri planda kaldı. Gerçi geçim sıkıntısı ve yoksulluk, asgari ücret ile emeklilerin durumu öyle kolay kolay gölgede kalmayacak kadar derin meseleler.
Ama biz bugün yine çok önemli olmakla birlikte, biraz ertelenen bir gündeme değinmeye çalışalım. Kültür ve eğitim alanında yaşanan bazı gelişmeler gerçekten çok önemli.
Cumhuriyetin ilanından beri siyasetin çok önemli fay hattını kültür savaşı oluşturmaktadır. Cumhuriyet, bir modernleşme projesi olarak zaten bir kültür devrimi hamlesiydi. Çünkü modern toplum, ancak kültür devrimi ile inşa edilebilirdi.
Eğitim seferberliği ve zorunlu eğitim, alfabe devrimi, yeni eğitim ve kültür kurumlarının kurulması hep bu hedefe yönelikti. Cumhuriyet okul ve kültürdü. Herkes okuyup yazabilecek, üniversite ve sanat kurumları modern toplum inşasında rol alacaklardı.
Bunlar radikal önlemlerdi ve dolayısıyla kendiliğinden benimsenecek reformlar değildi. Zaten öyle de yapılmadı. Otoriter ve yukarıdan baskı ile bunlar benimsetilmeye çalışıldı.
Yüz yıllık bir savaşın ilk hamlesi idi bu. “Batı’nın teknolojisini alalım ama kültürünü değil...” anlayışı daha yaygındı ve alttan alta mücadeleyi sürdürdü. “Kültürümüz yok edildi. Atalarımızın mezar taşlarını okuyan kalmayacak, ölülerimizi kim yıkayacak, camileri ahır yaptılar, bacılarımızın başlarını zorla açtılar…”
Özellikle çok partili ve popülist uygulamalar başlayınca, İslamcı ve muhafazakarlar, özellikle İmam Hatipler üzerinden kültür savaşını yükseltmeye başladılar. Aslında Diyanet İşleri Başkanlığı nasıl ki, dini devlet içine alarak kontrol etmeye yönelik bir uygulama idiyse, İmam Hatipler de hurafeye dayanan cahil din adamları yerine, aydın din adamı yetiştirmeyi hedefliyordu.
Ancak Cumhuriyetçi ve modernleşmeci anlayış ile mücadeleye giren İslamcı ve muhafazakar anlayış, İmam Hatiplerin yayılması konusunda bir çatışmaya girdiler. Modernleşmecilere göre, bu kadar çok sayıda İmam Hatip Lisesinin açılması, din adamı ihtiyacından ziyade, Cumhuriyet karşıtı kitleleri çoğaltmayı hedefliyordu. Nitekim imam olamayacağı halde, bu okullarda çok sayıda kız öğrenci de eğitim görüyordu.
Hem İmam Hatiplerin yoğun bir şekilde artması hem de daha önce daha etkisiz olan Tarikatların devlet ile iç içe geçmesi ve ciddi destek görmesiyle, İslamcı siyaset, kültür savaşında ciddi mesafe aldı.
Üniversite yönetimlerinin tamamen değiştirilmesi ile ilk ve ortaokullardaki müfredatın değiştirilmesi de aynı kültür savaşının ürünüydü. Bütün bunlar modernleşmeye karşı yürütülen İslamcı ve gelenekçi mücadelenin ürünleriydi.
Laik ama popülist olan muhalefet ise, “Aman mütedeyyin seçmeni uzaklaştırmamak gerekir” diye bu konularda gerekli mücadeleyi sürdürmekten uzak durdular.
Ancak bütün bunlar ile yetinmeyen İslamcı siyaset, dozu giderek artırarak okullara imamları da sokmaya başladı. Çağdaş ve laik bir ülkede imamların okulda ne işi olabilir ki? Zorunlu din dersi de aynı şekilde…
Modernleşme projesi olarak Cumhuriyet, okul ve zorunlu eğitimin yanı sıra, üniversiteler ve diğer kültür sanat kurumları ile İslamcı ve gelenekçi toplumu dönüştürmeye çalıştığı gibi bir süredir İslamcı iktidar bu alanda rövanşı alma peşinde hamleler yapmaktadır.
Modernleşme için tabii ki, eğitim ve okul önemlidir ancak çağımızda bunları aşan faktörler de bulunmaktadır. Hayatın kendisi ve teknoloji, ulaşım, iletişim alanındaki gelişmeler doğal olarak modernleştirici etkiler yapmaktadır. Nitekim başörtülü ve inançlı çok sayıda kadının gündelik yaşama ilişkin modern tercihleri de dikkat çekmektedir.
Ancak yine de devlet eliyle dine ve inanca dayalı kültüre yapılan yoğun yatırım, ülkedeki kutuplaşma ve gerilim eksenini beslemektedir. Kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, tarikatlarda yaşanan yasa dışı olaylar hep bu himayenin ürünüdür.
Bu yüz yıllık kültür savaşında, Cumhuriyetçi ve modernleşmeciler tabii ki yüz yıl önceki koşullara göre hareket etmemelidir. Çağa uygun tanım ve esnekliği gösteremeyen modernleşme / Cumhuriyet anlayışının, bu mücadelede yeterli katkıyı yapması zor gözükmektedir.