Körfez ölür mü?

Çevre kirliliği kavramı son 30-40 yıldır gündemde. Hem dünyada hem ülkemizde hem de şehrimizde. Buna bağlı olarak çevrecilik diye anılan bir sosyal hareketin gelişmesi sayesinde bazı olaylardan haberdar oluyoruz. Bu sayede oluşan biliçle doğa ve tarih tahribatı konusunda çeşitli alanlarda, çeşitli düzeylerde mücadele sürüyor.

Çevre ya da ekolojik değerleri savunanları itibarsızlaştırmak için bazıları, bu mücadeleleri 'istemezükçülük' olarak tanımlasa da, sorunun 'isterükçüler'de olduğu çok açık.

Yetmişli yıllarda çevre kirliliği kavramı Türkiye'ye hava kirliliği ile girmişti sanırım. Başta Ankara olmak üzere çeşitli büyükşehirlerde, ısınma için kullanılan kömürden çıkan kirli duman akşamları şehrin üzerine yağıyordu. Ağzınız burnunuz is doluyor ve gömlek yakaları bile simsiyah boyanıyordu.

Bu konu gündeme gelince dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, 'hava çarşaf mı ki kirlensin' diye açıklama getirmişti. Bir mühendis olan Demirel, bu sorun hakkında mühendis olarak değil de siyasetçi olarak görüş bildirmişti.

Deniz kirlenmezdi, nehir kirlenmezdi, göl kirlenmezdi geleneksel anlayışa göre. Ama Murathan Mungan'ın şiirinde geçtiği gibi, 'Biz büyüdük ve kirlendi dünya.'

Peki, eskiden beri denize, göllere ve nehirler kirliliğe maruz kalmıyor muydu? Belli ölçüde ve belli yerlerde kalıyordu elbet. Ama çevre kirliliği dediğimiz olay, bir doğa unsurunun kendini yenileme kapasitesi üzerinde kirliliğe maruz kalması sonucu, onda niteliksel bir değişim olmasıdır.

Havanın, denizin, gölün, nehrin ve toprağın kendini yenileme kapasitesi vardır. Ancak maruz kaldığı kirlilik o derece yoğunlaşabiliyor ki, bu doğa unsuru kendini yenileyemez hale geliyor. Son günlerde İzmir Körfezi'ndeki toplu balık ölümleri olayında olduğu gibi.

Sevgili dostum Ertuğrul Barka, geçen günkü köşe yazısına 'Körfez Ölmesin de Ne yapsın' başlığını atmış. Körfezin ölüm nedenlerini de hem bilimsel hem siyasi açıdan değerlendirmiş.

İzmir Körfezi'ndeki toplu balık ölümleri sonucu çok sayıda bilim adamı ve siyasetçi açıklamalar yaptı. Gerçekten de durumun çok vahim olduğunu anlamış olduk.

Bilim adamları yapılan su analizlerine dayanarak, Körfez'de oksijen kalmadığını açıklıyorlar. Balık ve diğer canlı ölümleri bunun sonucu. Bu Körfezin ölümü anlamına geliyor.

Körfezin ölümünde iki ana faktör rol oynuyor. Birincisi kirleticilerin yoğunluğu, ikincisi ise hem körfez hem de Körfez çevresindeki sanayilerde arıtma önlemlerinin alınmaması.

Ne yazık ki, daha fazla para kazanmak için çeşitli sanayi kuruluşları yer seçiminde Körfeze yakın konumlanabiliyor. Şehrin atıklarının da artışı önemli bir etken. Bu konularda, dillerden düşürülmeyen sürdürülebilirlik için Körfezin kapasitesi hiç göz önüne alınmıyor ne yazık ki.

Sanayici veya gemi sahibi şirketler arıtma maliyetine yeterince katlanmak istemeyebilirler. Çünkü onların amacı maksimum kar elde etmektir. Ancak burada kamu otoritesi devreye girmelidir. Ne yazık ki hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hem de yerel yönetimlerin bu konuda görevini yeterince yerine getirmediği açık.

Çevre Bakanlığı zaten, adeta çevre tahribatlarını meşrulaştırmak için 'ÇED gerekli değildir' raporlarının onay makamı gibi işliyor. Ama İzmir Büyükşehir Belediyesi bu konuda hem tedbirler almalı hem de yerel kamuoyunun desteğini arkasına alarak ilgili bakanlık üzerinde baskı oluşturmalıdır.

Geçen dönemki belediye başkanı bu konuda çok iddialı laflar söylemiş ve Körfezi yüzülecek kadar temiz hale getirmeyi vaat etmişti. Bunu kanıtlamak için de bir süre sonra, Körfez'de bir yüzme şovu da yapmıştı. Güzelbahçe açıklarında ve dış Körfezde tabii.

Körfez İzmir'in en önemli kent kimliği unsuru ve doğal parçası. Dolayısıyla pop siyasetçilerin şovlarına feda edilebilecek bir değer değil. Mevcut Başkan Cemil Tugay'ın 'Yüzülecek bir Körfez bırakacağım diyemem ama daha temiz bir Körfez sözü veriyorum' açıklaması daha makul.

Çünkü şu anda ölüm kusan İzmir Körfezi'nin kısa sürede yüzülecek kaliteye ulaşması gerçekçi değil. Ancak hem kirleticiler hem de arıtma tesisleri konusunda çok radikal önlemlerle iyileşme başlayabilir. Başlamalı.