Koç Holding'in kuruluşunda ve büyümesinde…
Büyük emekleri olan…
Uzun süre de otomotiv grubu başkanlığını yapan Can Kıraç…
97 yaşında hayatını kaybetti…
Amerikan Hastanesi'nde tedavi görüyordu…
Yıllardır…
Yaşamını yakından izlerken…
Beni çok etkileyen bir cümlesi vardı…
Özellikle…
Koç Holding'deki görev sürecini…
Şu çok anlamlı beş kelime ile özetliyordu:
'80'li yıllarda Koç'un 'can'ı oldum…'
***
Can Kıraç…
Nev-i şahsına münhasır bir büyüğümüz ve…
Kıvrak zekasıyla ün yapan bir iş insanı…
Yaşamında…
İzmir'in çok çok önemli bir yeri var…
Hiç tanışmadım ama…
Bir gazeteci merakıyla…
Hayatını film gibi 'izledim'…
İşte…
Can Kıraç'ın iş hayatından…
İzmir'e özel anıları…
Ve unutmadan…
Başlarken önemli not:
Rahmetli Can Kıraç, bu çok özel satırları…
15 Temmuz 1997'de…
(27 yıl önce)
Çok sevdiği Çeşme-Ilıca'da kaleme almıştı...
Lezzetli okumalar…
***
1927 yılı Mayıs ayında, Ankara'da…
Gazi Orman Çiftliği'nde gözlerimi dünyaya açtığım gün…
Adımı…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 'Can' olarak belirlemiş…
Ziraat mühendisi olan babam…
O yıllarda, şimdiki adı Atatürk Orman Çiftliği'nde…
Gazi Paşa'nın emrinde çalışıyordu…
Bebekliğimin dört yılı, 'kuru ziraat' eğitimi alan babamla beraber…
Amerika Birleşik Devletleri'nde…
Kansas ve Nebrasca'da geçti…
***
Amerika dönüşümüzde, 1932 yılında, Eskişehir'e yerleştik…
Babamın 'kuru ziraat' çalışmalarından dolayı…
Soyadımız da, Atatürk tarafından 'Kıraç' olarak…
Bizlere armağan kaldı.
Baba mesleğine yöneldim…
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nden…
1950 yılında…
Ziraat Yüksek Mühendisi unvanıyla mezun oldum…
Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkanlığı'na kadar ilerledim…
Çalışma hayatına ise…
Ankara'da…
Koç Ticaret Anonim Şirketi Otomobilcilik Şubesi'nde…
Çalışma hayatına atıldım…
***
1952 yılında…
Atatürk İlkeleri'ne bağlı kalınması için kaleme aldığım…
Bir köşe yazısından dolayı…
'Türk halkını isyana teşvik'ten sanık oldum ama beraat ettim…
***
Gelelim, Güzel İzmir'e…
Benim ve eşimin hayatında…
İzmir'in ve İzmirlilerin çok derin izleri vardır…
1956 yılı Ocak ayında…
İzmir'de, Egemak şirketinde…
Müdür yardımcısı olarak işe başladığım günlerde…
Bizi ne gibi olayların beklediğini tahmin edemiyordum…
Otuz yaşıma yaklaştığım bir dönemde…
Tam da o tarihlerde…
Koç Topluluğu'nun…
'En geç müdürü' unvanını kazandım…
1960 yılında Koç Holding Yönetim Kurulu'na girdim ve…
1980'li yıllarda 'Koç'un Can'ı oldum…
***
Geleceğe umutla bakmama rağmen…
İzmirlilerin yabancılara kapalı tuttukları iş dünyalarında ve…
Özel yaşamlarında…
Kendime ve eşim İnci'ye yer açmayı başarabilecek miydim?
İzmir'e adım attığım güne kadar, hayat çizgim…
Bana daima şans getirmişti...
***
Bizim İzmir yaşamımız, 1956-1968 yılları arasında…
Tam tamına 12 yıl sürdü…
Çekingenlikle başlayan…
Hatta zaman zaman korkuyla devam eden…
Bu macera tamamlandığı günlerde…
Eşim İnci, kızım Aslı ve oğlum Ali ile beraber…
Küçük bir aile oluşturuyor ve…
Artık kendimizi gerçek İzmirli hissediyorduk…
Bunun içindir ki…
Bugün, arkadaşlarımızın bir çoğu bizi İzmirli bilirler!
Biz de böyle tanınmaktan, gerçekten büyük bir keyif duyarız…
***
1957 yılında Egemak Şirketi'ne müdür olduğum günlerde…
İzmir'de otomobil sahibi olan kişileri…
Uzaktan tanıdığımı hiç unutmuyorum...
Bu anımla, otomobil sayısının, o yıllarda ne kadar az olduğunu…
Belirtmek istiyorum…
Mahmut Yalay… Hakkı Türegün… Selahattin Sanver… Fevzi Özakat… Ali Haydar Albayrak… Hasan İkbal… Ferit Eczacıbaşı… Şevket Filibeli… ve Osman Kibar bunlardan bazılarıydı…
Bugün, İzmir caddelerinin ve bulvarlarının…
Otomobillerle tıka basa dolmuş halini görünce…
Nereden nereye geldiğimizi daha iyi anlıyorum…
***
1960'lı yılların başıydı…
Otosan otomobil fabrikasında…
Bir parti Ford-Consul marka otomobil üretimi gerçekleştirilmişti…
İzmir'de bunları seçkin müşterilere satarak…
Bir 'imaj' oluşturmayı düşünmüştüm…
O dönemde İzmir'in…
Tanınmış ve eksantrik (ayrıksı) siması Şerif Remzi Reyent'e…
Ford'un 'Consul' otomobil satmayı başarırsam…
Müthiş bir olay yaratmış olacaktım...
Çünkü…
1960'lı yıllarda, Şerif Remzi Bey Güzelyalı'daki yalısından…
Konak'taki işyerine bisikletle gidip gelen…
Papyonlu, İngiliz kontlarına benzeyen çarpıcı bir kişiliğe sahipti…
Bir ay devam eden mücadeleden…
Ne yazık ki yenik çıktığım için hala üzüntü duyarım…
Son ziyaretimde, beni bürosunun kapısında karşılamış ve…
Şu ilginç teklifle…
Satıcılık hayatımın en acı sonucunu tatmama sebep olmuştu:
'Can Bey! Bana otomobil satmak için çok uğraştınız…
Şimdi, karşı bir teklifim var… Yedek bisikletimi size satmaya karar verdim… Böylece, benim yaşıma geldiğinizde…
Hem sağlıklı bir bünyeye sahip olursunuz hem de beni hatırlarsınız!'
***
İzmir'e Ankara'dan geldiğimizden olacak…
'Deniz'in bizim için dayanılmaz bir cazibesi vardı…
Bu sebeple, ilk evimizi seçerken Güzelyalı tarafı bize çok çekici gelmişti...
Nitekim…
Köprü durağında Ali Çelikkaptan'a ait…
Eski bir yalı katını kiraladığımız gün…
Hayatımızda yeni bir dönemin başladığını hissetmiştik…
Duvar komşumuzun Süleyman Ferit Eczacıbaşı olması ise…
Özellikle eşimin…
İzmir'in seçkin sosyetesini tanımasına imkan vermişti…
Her anlamda mükemmel bir hanımefendi olan Saffet Eczacıbaşı…
Eşim İnci'nin…
İki yıllık evliliğimizin yeni bir muhitte…
Yaşanan sıkıntıları göğüslemesine destek olmuş…
Ve onun İzmir'de yeni dostluklar kurmasına öncülük yapmıştı…
***
Benim İzmirliliğim…
Gerçekte, yedeksubaylık dönemimde başlamıştı…
36. dönem yedek subay adayları olarak…
Gaziemir Ulaştırma Okulu'nda toplanmıştık…
Ben 3.bölük başçavuşluğuna seçilmiştim…
İstirahat sırasında pilli radyodan 13 haberlerini dinliyorduk…
Türkiye Güzeli Günseli Başar'ın…
Avrupa Güzeli seçilmiş olması…
Beni coşku duyma derecesinde sevindirmişti!
Hemen bölüğümü topladım; emrimi seslendirdim:
'Günseli Başar, Avrupa güzeli seçilmiş bulunuyor… Bu sonuç, genç bir Türk kızının, gurur duyacağımız millî bir başarısıdır... Şimdi, bu olayı kutlamak için, üçüncü bölük olarak merasim yürüyüşü yapacağız!'
Hep beraber 'Yedek Subay Marşını' söyleyerek ve sert adımlarımızla yeri göğü titreterek komutanlığın önünden yürüyüşe geçmiştik. Tam bu sırada, komutanlık merdivenlerinde, okul komutanının ve emir subayının belirdiklerini fark etmiştim. Emir subayı, yüksek perdeden bağırdı:
'Başçavuş, bölüğü durdur ve buraya gel!'
Komutan, gözlerini gözlerime dikerek…
Emir subayına şu emri vermişti:
'Başçavuşu bir hafta katıksız hapse atın!'
Aradan yıllar geçti...
Günseli Başar, İzmir Belediye Başkanı Faruk Tunca ile evlendi…
İzmir'de birkaç davette karşı karşıya geldik...
Ancak ben…
Kendisi için hapis yattığımı Günseli Hanım'a söyleyemedim…
Bu olayın üstünden 20 yıl geçtikten sonra…
İstanbul'da bir davette karşılaştık...
Bir köşeye çekilerek, başımdan geçmiş olan macerayı…
Nihayet, ballandıra ballandıra anlatmayı başardım!
Bir ara, Günseli Başar'ın göz pınarlarının…
Çakmak çakmak parıldadığı fark ettim…
Hikayemden o da duygulanmıştı!
Bu duygusallığını şu cümlesiyle de belli etmişti:
***
'Bu olayı, İzmir'de karşılaştığımız zaman, bana niçin anlatmadınız?'
1956/1968 yılları arasında…
İzmir'de, birçok ünlü kişiyle tanışma…
İş ve dostluk ilişkileri kurma fırsatım olmuştu…
***
Egemak şirketi müdürü olunca…
İlk işim…
İzmir'in önemli işadamlarını…
Banka müdürlerini ziyaret etmek olmuştu…
Bunlardan birisi de, tabii ki…
Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı Osman Kibar'dı…
Randevulaştığımız gün…
Söyleyeceklerimi kafamda tekrar ederken…
Birden, yan kapıdan hışımla başkan odaya girmez mi?
Yaz olduğu için…
Kısa kollu gömleğinden taşan pazuları ve göbeği ile…
Osman Kibar elindeki beyaz bir mendili dudaklarına bastırıyor ve…
Özel kalem müdürüne…
'Bana birkaç buz getirsene!' diye talimat veriyordu…
Sonra, bu ilk karşılaşmada bana dönüp…
'Sen daha gençsin, kızları öperken dudaklarını korumayı sakın unutma!' demez mi?
Böyle ilginç bir tanışmadan sonra, karşılıklı sevgiye dayanan dostluğumuz, Osman Bey'in vefatına kadar devam etti…
***
Enver Kösemen…
İzmir'in bankacıları arasında ayrı bir saygınlığa sahipti…
Hem Merkez Bankası müdürü oluşu…
Hem de insanlara ölçülü ve saygılı yaklaşımı…
O'na bu ayrıcalığı kazandırıyordu…
İzmir'de Ticaret Odası yönetim kurulunu kurma görevi…
Merkez Bankası Müdürü Enver Kösemen'e verilmişti…
Enver Bey, görevi aldıktan sonra telefonla arayarak…
'Önemli bir konuyu görüşmek üzere'…
Beni makamına davet etmişti…
Konu benim yönetim kurulunda görev almamla ilgiliydi…
Aslında…
Ben, 27 Mayıs İhtilalini coşkuyla karşılayanlar arasındaydım…
Dayanamadım, dudaklarımdan şunlar döküldü:
'Böyle bir ortamda, bana, Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyeliği teklif etmiş olduğunuz için size şükranlarımı sunarım. Ancak, ben, 1950 Haziran ayında, Demokrat Parti iktidar olduktan sonra, Ankara'da CHP Çankaya İlçesine üye kaydımı yaptırdım…'
Bu açık yürekli sözlerim Enver Bey'i etkilemiş olacaktı ki…
Beni yönetim kuruluna almakta bir sakınca görmemişti...
Bu olaydan sonra, İzmir'den ayrıldığım 1968 yılına kadar…
İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurullarında görev almış olmayı…
Çalışma hayatıma…
Yeni dostluklar kazandıran bir dönem olarak hatırlarım…
***
Bakın burası çok önemli…
Ülkemizde filizlenmeye başlamış olan montaj sanayi…
1960'lı yıllarda, şimşekleri üzerine çekiyordu…
Böyle bir ortamda…
Otosan'da 'Anadol' otomobillerinin üretilmesi için…
Sanayi Bakanlığı'na Koç tarafından yapılan başvurunun…
Odalar Birliğince desteklenmesini istiyorduk…
O dönemde, İzmir Ticaret Odası Başkanı Şevket Filibeli…
Aynı zamanda…
Odalar Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı'nı da üstlenmişti…
Ona, Anadol projesini anlatmak ve…
Desteğini sağlamak görevi bana düşmüştü…
Şevket Filibeli 'dediğim dedik' yapıda bir işadamıydı…
Anadol projesinin ülkemizde gerçek bir otomobil endüstrisinin kurulmasına öncülük yapacağına inanmıyordu…
'Siz bu işi yaldızlayıp otomobil ithalatının kapısını aralamak istiyorsunuz. Ben böyle bir girişimi savunmam' diyerek direncini belli etmişti…
İkna girişimlerimin arkası kesilmeyince de…
Başkan Filibeli bana 'demokrasi' dersi vermekten geri kalmamıştı:
'Can kardeşim! Bu makama seçimle gelindiğini biliyorsun…
Eğer kendine güveniyorsan evvela benim yerime Ticaret Odası'na başkan olursun, oradan da Odalar Birliği Yönetim Kurulu'na girip projeni savunursun!'
Artık, benim yapacak bir şeyim kalmamıştı…
Durumu Vehbi Koç'a nakledince onun cevabı şöyle olmuştu:
'Odalar Birliği Yönetim Kurulu'na girinceye kadar sen İstanbul'a gel ve Otomotiv Grubu'nun başına geç!'...
***
Bugün etrafıma bakınca, otuz yıl önce…
İzmir'de genç kuşak temsilcileri olarak hatırladığım…
Birçok dostumun…
'Yorgun Savaşçılar' sınıfına katıldıklarını görüyorum…
Raşit Özsaruhan… Selçuk Yaşar… Dündar Soyer… Melih Özakat… Regie Gallia… Süreyya Çolak… Mazhar Zorlu… Macit Birsel… Fethi Pekin… Sabri Tanık… Halûk Cansın… Cemil Devrim… Reha Aysay… Faruk San… Arif Canbolat… Nevzat Ortabaş… Müjdat Yemişçi… Şinasi Ertan… Melih Gürsoy… unutamadığım isimler.. Ebediyete intikal etmiş olan dostlarımı ise derin bir özlemle anıyorum… Umuyorum ki, 'Yorgun Savaşçılar'ın çocukları ve torunları, İzmirli olmanın ayrıcalığını, yeni başarılarla devam ettireceklerdir... Yolları açık olsun!..
…Ve, bu duygularla…
Halk ozanı Aşık Veysel'in seslenişini…
Kendime uyguluyorum:
'Gün ikindi akşam olur/ Gör ki başa neler gelir/ Can Bey gider adı kalır/ Dostlar beni hatırlasın…'
***
Bitiriyoruz…
Çok renkli bir kişiliğe sahipti…
'Koç'un Can'ı…'
Türkiye'nin gelecek nesilleri de O'nu unutmayacak…
Aynen…
O'nun biraz önce anılarında andığı İzmirlileri…
En azından…
Bizim yaş grubu hiç unutmadı…
Bu bile büyük bir mutluluk…
Bu arada…
Hiç merak ettiniz mi?
Türkiye Cumhuriyeti'nin eski başbakanı, çalışma bakanı, gazeteci, şair, yazar ve çevirmen…
Unvanlarıyla tarihe mal olan Bülent Ecevit…
İzmir'le ilgili duygularını…
Bakın nasıl dökmüş satırlara:
'İzmir, güzel mi, çirkin mi diye, mamur mu, değil mi diye…
Yeni mi, eski mi diye düşünemeden…
İnsanın, bütün zayıflık ve kuvvetiyle…
Bütün eksiklik ve üstünlüğüyle, sırf insan olduğu…
Sırf yaşadığı için sevip vurulduğu ve insanlığın bütün çelişmelerini…
İnsan faaliyetinin değişik yönlü akımlarını…
Bir tek girdapta birleştiren hayatına ister istemez kapılıp tutulduğu şehir...
Ve insanları ancak böyle bir şehrin insanlarının olabileceği kadar sıcak ve canlı…'
Nokta…
Sonsöz: 'Haydi, kalk yorgun güzelim, haydi kalk… Haydi artık öldüm biliyor musun; haydi kalk… İzmirlere filan gidelim… / Turgut Uyar – Şair…