’“Bu yazıyı, İran’’da Recm bekleyen Astiyani’’ye ithaf ediyorum’”
Dünyayı değiştirenler kadınlardır. Kadınların hakları için mücadeleye başladıkları 19. Yüz yılın ikinci yarısından bu yana dünya çok değişmiş ve çok daha güzel olmuştur.’¶
Dünyayı değiştirenler kadınlardır. Kadınların hakları için mücadeleye başladıkları 19. Yüz yılın ikinci yarısından bu yana dünya çok değişmiş ve çok daha güzel olmuştur.’¶
Milattan önce 3 binli yıllarda başlayan,yaklaşık 5 bin yıllık bir yazılı tarihe sahibiz. Bu 5 bin yıllık süreçte kadını hep toplumun dışında tutmuşuz. Eğitim ve kişiliğin gelişmesine olanak sağlayacak her türlü imkan sadece erkeklere tanınmış. Kadınlar tarlalarda ve her türlü işlerde ırgat gibi kullanılmışlar ama daha fazlası onlara verilmemiş.
Irgat gibi çalışmasına gerek olmayan aristokrat ve daha üst düzey burjuva kadınlara da eğitim olarak biraz okuma-yazma, felsefi olmayan az bir din bilgisi, müzik ve elişi(Nakış- Goblen gibi) öğretmek yeterli görülmüş.
Düşünün Avrupa’’da Rönesans’’ta bir tek kadın sanatçı çıkmamış, ve bu dönemi takip eden Akıl ve Aydınlanma çağlarında da ismini duyurabilen kadın yoktur.
Daha sonra yani 18. Yüzyılın sonu ile 19. Yüzyılda alt düzey burjuvaların, özellikle Protestan din adamlarının kızlarına bu okuma yazma eğitiminin biraz daha ciddi verildiği ve bu kadınların, bu yarım yamalak bilgileri ile aristokrat ve üst düzey burjuva ailelerin kız çocuklarına mürebbiyelik ederek hayatlarını kazandıklarını görürüz. Bu kadar sınırlı bir eğitim bile kadınların çiçek açmasına olanak sağlar. 18. Yüzyılın sonu ile 19. Yüzyılın başında
Jane Austen’’ler, Bronte kardeşler eserler vermeye başlar. Yine 18. Yüz yıldan itibaren özellikle aristokrat hanımların seyahat mektupları, seyahatnameleri yayınlanmaya başlar.
Ancak 19. Yüzyılda hala, her kadın kocasının mülkü sayılıyor, şahsına ait serveti üzerinde dahi tasarruf yetkisi bulunmuyor, boşanamıyor, okula gidemiyor, mesleki eğitim alamıyor, loncalara alınmıyor yani bağımsız olarak iş yeri açamıyordu.
Erkek egemen toplumda pek çok yer gibi parlamentolara da dinleyici olarak giremiyorlardı.
Ama yılmadılar, daha fazla hak için değil, sadece ve sadece eşitlik için mücadele ettiler ve acılar çektiler.
19. Yüzyılın son çeyreğinde Alman Anatomi Profesörü Theodor Von Bischoff, kadın beyninin erkeklerinkinden küçük olduğunu bu nedenle erkeklerin gördükleri eğitime uygun olmadığını iddia ediyordu. Ancak bu zırva sadece bu aklı evvel profesöre özgü bir düşünce değildi. Tüm batı Avrupa’’da yaygın olan kanı buydu.
Kadınların yaklaşık 200 yıl önce başlayan mücadeleleri ancak 2.Dünya savaşından sonra meyvelerini vermeye başladı. Erkekle eşit birey konumuna gelebilmeleri için pek çok ülkede önlerindeki yasal engeller 20.Yüzyılın ikinci yarısında kalkmıştır. Ancak bu ülkelerde dahi kadın ezilmesi, kadının kötü muamele görmesi, kadının sömürülmesi bitmiş değildir.
Bütün bu olumsuz tabloya rağmen kadınların bilimde, sanatta, politikada kısaca toplumsal yaşamın her alanında gösterdikleri başarının sayısal oranlaması yapılırsa, erkeğin 5 bin yıllık gelişiminin çok üstünde bir sonuç ortaya çıkar. Unutmayalım ki bir iki istisnai örnek dışında kadınların üniversitelere kabul edilmeleri 20. Yüzyılın başında olmuştur.
Berlin Üniversitesi 1909 da kadınlara açılır, 1933 te Reich yasası ile Üniversitelerde kız öğrenci sayısının, tüm öğrencilerin %10 unu geçemeyeceği esası getirilir.
Kısaca Mary Wollstone Craft’’ın ’“Kadın Hakları Savunusu’” nun üzerinden geçen 200 yıl hep anti-demokratik, faşist iktidarlar tarafından sekteye uğratılmıştır.
Bizlerin kadın-erkek olarak unutmamamız gereken gerçek şudur;
Cinsel ayrımcılığın olduğu yerde demokrasi ve insan hakları olamaz.
İşte 21.Yüzyılın ilk çeyreğinde sözde İslam dünyasının kadına bakışı ortada. Yanı başımızda İran’’da yaşananlar korkunç. Kadın zina yaptığı gerekçesiyle taşlanarak öldürülecek. Peki erkek zina yapınca bu recm vahşeti niye uygulanmaz? Tam tersi, İran İslam Cumhuriyetinde fuhuşa kılıf uydurmak için kutsal ibadet yerleri bile alet edilir. Cami yakınında tesettürlü kadınlar bekler, bu hanımlarla birkaç saatlik veya günlük olarak dini nikah kıyılır, ayrılık vakti gelince erkek, ’“boş ol’” der ve ayrılırlar. Bu işi yapan kadınlara recm filan uygulanmaz çünkü bunun adına fuhuş denmez. Bunun adı bal gibi ’“Allahı aldatmaya’” kalkmaktır. Ama mollaların elinde zina-recm, kadınlar için tam bir zulüm ve yok etme aracı haline getirilmiş. Tabii bu bir tek İran’’a has değil, Suudi Arabistan’’da da aynı uygulama geçerli. Şeriat uygulamaya başlayan Pakistan’’da, Malezya’’da uygulama nasıl bilmiyorum. Ama insan olarak, 21.Yüzyılda yanımızdaki bir ülkede yaşananlardan utanç duyuyorum.
Cumhuriyetimizin aydınlık kızlarına-kadınlarına sesleniyorum; yanı başınızdaki bu vahşetten rahatsız olmuyor musunuz?Her hangi bir demokratik tepki aklınıza gelmiyor mu?
Niye?
Çünkü sizler şanslı insanlarsınız. Eğitim hakkı, Siyasi haklar, Mülkiyet hakkı, Eşit Miras Hakkı ve Çalışma hakkı size gümüş bir tepside Büyük Atatürk tarafından sunuldu.
Kolay elde ettiğiniz bu haklardan yoksun olarak yaşayan hemcinsleriniz için bir şeyler yapmak aklınıza bile gelmiyor mu?
Ama unutmayın susmakla onaylamak aynı şeydir. AKP’’nin Türkiye’’ye getirmek istediği rejim, İran’’daki adi rejimin benzeridir. İranlı Astiyani için, sesini yükseltmeyenler hiç olmazsa kendileri ve çocuklarımız için 12 Eylül’’de sandıkları ’“HAYIR’” oyları ile doldurmalıdır. Baksanıza, CIA’’nın Amerika’’daki misafiri Hocaefendi, dirileri bıraktı, ölülerden yardım istiyor.
Türkiye’’deki seçmenlerin %51’’i kadındır. Eğer, ’“ırgat’” olmak istemiyorsanız, eğer, ’“ikinci sınıf’” vatandaş olmak istemiyorsanız, eğer, ’“karafatmalar’” gibi kapkara olmak istemiyorsanız, lütfen tüm kadınları uyarınız. Tayyip ve avenesinin kafalarına, kadınlarımız için hazırladıkları tuzakları geçirmek hepimiz için vicdan borcudur.
Türk kadını isterse yapamayacağı hiçbir şey yoktur.