Günlerden dün, yer İzmir, hava güzel... Domuz gribi bayram ziyaretlerini azaltmış, herkes kabuğuna, tatiline çekilmiş tembellik ediyor.’¶ ’“Çıkalım hava alalım’” diye açıldı konu, ’“kışa girmeden son pikniği yapalım’”a döndü. Beyler hemen çıkmaya hazırdı, ama bayanlar olarak biz ’“ne yiyeceğiz’” telaşına düştük.
İzmir’’in meşhur Mutfak Girit’’inin zarif sahibesi Huriye Bakay’’ın Hanya usulü zeytinyağlı yaprak sarması tarifi imdadıma yetişti. (az bekleyin, bu hafta Huriye Hanım, Girit mutfağı tarifleriyle www.egedesonsoz.com’’da olacak) 2 saat içinde sarmadan dolmaya, köfteden keke kadar bütün nevale hazırdı, öğlen olmadan yola çıktık. Foça tarafıydı niyetimiz, Menemen Emiralem Yahşelli Köyü’’ne döndük.
Ağaçların altına kurduk soframızı. İzmirliler, yavaş yavaş mangallarıyla etrafımızdaki masaları sardı. Araba teypleri hafif açıldı, toplar çıkarıldı, küçük kızlar tek tük çiçekleri toplaya toplaya yürüyüşe başladı. Güzel ve klasik bir piknik manzarası serildi önümüze.
Yanımızdaki aile neşesiyle dikkatimi çekti. Kızkardeşler olduğunu anladığım 4 genç kadın, eşleri ve çocuklarıyla gelmişti pikniğe. Hepsi 30’’lu yaşlarındaki bu cıvıl cıvıl aile, araba teybini açıp, ortama rahatsızlık vermeden müzik dinliyor, kadınlardan kimi masayı hazırlarken, kimi de çocukları ve yeğenleriyle ilgileniyordu. Erkekler, taşlarla işaretledikleri kalelerde futbola başlamıştı bile...
Ailede özellikle dikkatimi çeken erkeklerden birinin çok yakınımızda yaptığı telefon konuşması oldu. Türkçe başladığı konuşmasına, Kürtçe devam ediyor, anlaşılan uzaktaki yakınlarıyla bayramlaşıyordu. Aileyi rahatsız etmeden gözlemeye başladım. Kadınlardan birinin başı kapalıydı ama türban diye tabir edilen bombeli bir bağlayışla değil. Gayet düz ve sade biçimde örtmüştü başını. Pantalonunun üzerine dizlerinde bir tunik giymiş, masada gazetesini okuyordu. Ailenin diğer kadınları eşofmanlarını giymiş, saçlarını da şöyle bir tutturmuş klasik, rahat İzmirli kadınlardı. Erkeklerden Kürtçe konuşanın dışındaki biri üzerinde Türk bayrağı baskılı bir tişörtle top oynuyordu.
Bu aile gerçekten karışık bir mozaikti. Dayanamadım, su isteme bahanesiyle masalarına gittim. Gayet sıcak bir şekilde karşıladılar beni, masaya buyur edip yiyeceklerden (onlarda da zeytinyağlı yaprak sarması vardı) ve termostaki çaydan ikram ettiler. Hepsi doğma büyüme İzmirliymiş. Karşıyaka, Hatay ve Buca’’da oturuyorlarmış. Kızkardeşler aslen Makedon göçmeniymiş. Kısa bir sohbetten sonra teşekkür edip masalarından ayrıldım.
Bu mutlu ve uyumlu aileye bakarak, ’“İşte İzmir ve İzmirli bu’” dedim, ’“faşist’” diyen anlayış ve analiz yoksunlarına inat! İzmir’’de daha nice böyle karışarak büyümüş, zenginleşmiş, saygı ve sevgiyle birbirini olduğu gibi kabul etmiş aileler olduğunu biliyorum.
Zaten, İzmir’’deki her üç düğünden biri Türk ve Kürt gençleri birleştirir. Düğünlerdeki tek tartışma kimin havalarının önce çalınacağıdır. Ve genelde şöyle olur; göçmen kültürünün de etkisiyle ilk ’“damat halayı’” çalınır, ardından kalabalık ’“Şemame’” ile çoşar, akabinde de Kasap havası bilemedin Çökertme’’ye geçilir. En son da Roman havaları pisti coşturur. İzmir’’de bu budur! Bilmeyenler bir zahmet İzmir’’i anlatmaya kalkışmasın, anlayamayanlar da kendini zorlamasın çünkü anlayamazlar!