İyi ki varsınız;

İnsan, politikada her türlü zeka ve incelikten yoksun konuşmalar, belden alta vurmalar, ahlak dışı davranışlar, kişilerin özel yaşamlarına saldırıları görünce, insanlığından utanır hale geliyor, içi kararıyor.
Böyle bir ortamda, doğru bilgilerle dopdolu, bir bilim insanına yakışır üslup ve içerikte bir yorum, bir düşünce bütünü görünce, insanın içi ferahlıyor ve sevinçle ’“İYİ Kİ VARSINIZ’” diyor.
Bilkent Üniversitesi’’nde görevli, Doçent Dr. Nur Bilge Criss’’in yazdığı, eşime bir arkadaşımızdan gelen makaleyi okuyunca, ülkeme olan güvenim bir kez daha tazelendi. İzninizle, bu makaleden bazı bölümleri sizlerle paylaşıp, sonra kendi görüşlerimi aktarmak istiyorum.
Türkiye’’nin Kurtuluş Savaşı yıllarından 1980’’li yıllara kadar izlediği dış politika son derece tutarlı bir dış politikadır. Bu dönemde yaşanan İkinci Dünya Savaşı, dış politika uygulamalarının içerisinde bir istisna oluşturabilir fakat orada bile devamlılık vardır. Bir kere 1939’’da İngiltere ve Fransa ile imzalanan bir askeri antlaşma var. Buna rağmen politikası, Türkiye’’nin izlediği çok önemli bir politikaydı. Bu politika Osmanlı döneminde, Cumhuriyet döneminde ve günümüz Türkiye’’sinde hiç değişmeyen ve değişmemesi gereken çok ince bir ayar üzerine kuruludur. Bugün o ince ayarın var olup olmadığı tartışma konusu olmakla birlikte eskiden dış politika yapıcılarımız, bu dengeyi gözetmekte büyük hassasiyet göstermişlerdir. Hatta bu konuda ne kadar hassas olunduysa dış politikamız da o kadar başarılı olmuştur. En klasik örnek, bütün cazip tekliflere ve önerilere rağmen İsmet Paşa’’nın Türkiye’’yi İkinci Dünya Savaşına sokmamasıdır. İsmet Paşa, Oniki adaların iadesi, Bulgar sınırından veya Suriye’’den Türkiye’’ye toprak verilmesi tekliflerine hiç rağbet etmemiş, Türkiye’’yi korumuştur. Cumhuriyet tarihinde bu çok önemlidir, çünkü 1939 itibarı ile Türkiye’’nin dış ilişkilerinde kimseyle siyasi kavgası kalmamıştı. Aslında İkinci Dünya Savaşında Türk dış politikasını değerlendirirken sadece savaşı irdeleyen kitaplar okunması bile başlı başına bir derstir. Milyonlarca insanın ölümü, holokost(Yahudi soykırımı),estetik ve kültür harikası olan şehirlerin yerle bir edilmesi, daha atom bombası kullanılmadan, 670 Bin Japon sivil’’in yangın bombalarıyla öldürülmeleri, Sovyetler Birliğinde Nazi askerlerinin tecavüzü sonunda doğan milyonlarca çocuk, keza Almanya’’da 1945’’te Sovyet askerlerinin tecavüzü sonunda doğan iki milyon çocuk, savaş esiri askerlerin her iki tarafça da açlıktan ölüme terk edilmeleri gibi sayısız acıları içeren bir savaştı o. Türkiye’’nin böylesi bir nihilist vahşetin dışında kalması biraz tesadüf eseriyse de, ince ayarlı dış politikanın başarısı sorgulanamaz.
Türk Dış Politikasında değişmez ilkeler ve değişmez uygulamalar var mıdır?
Değişmeyen fiziki adresimiz var, yani coğrafyamız değişmiyor ve ulusal çıkarlar açısından bu devamlı süregelen bir politikadır. Öncelikle denge politikasının değişmemesi gerekir. Yani, Avrupa-Atlantik ilişkilerinin dengede tutulması gerekir. Türkiye’’nin ulusal çıkarları yönünde atılan her adımda ülkenin prestiji düşünülmelidir. Ülkenin prestijini de, dış politikayı uygulayan aktörler belirler. Dolayısıyla bu aktörler, uluslar arası kurallara, devlet adamı olmanın getirdiği sorumluluğa uygun davranışlarda ve söylemlerde bulunulmalıdır. Aksi takdirde ülkenin prestij kaybetmesi söz konusu olacaktır. Böyle bir durumda da dışarıdan, uluslar arası platformdan imajı zedelenmiş bir Türkiye’’ye bakışlar çok farklı olur.Devlet adamlığı bambaşka bir haslettir. Söylem, davranış ve sonuçları birbirinden ayırt etmek gerekir. Ciddiyetten uzak söylemler, davranışa ya da fiiliyata döküldüğünde karşımıza hoş olmayan, hatta bazen dönüşü olmayan, düzeltemeyeceğimiz durumlar çıkabilir.
AKP’’nin Dış Politika anlayışını nasıl buluyorsunuz?
O anlayışın tarifini yapabilsek o zaman düşünmeye başlayacağım. Bir üniversitede hocalık yapmak çok başka bir şey ama siyaset uygulayıcısı olmak çok daha başka bir şey ve bu bir yerde devlet geleneği birikimi ister, görgü ister, dünya bakışı ister, çok sağlam iç ve uluslar arası hukuk bilgisi ister. Siyasi liderlerin her zaman böyle insanlar olmadığı malum. Onun için şu prensipten başlayalım. Komşularla sıfır sorun, ütopya olarak çok güzel bir söylemdir. Fakat en sorunsuz komşularımızdan Ukrayna ile, kalkan balığı ve Karadeniz’’de avlanma sorunumuz vardır. Dolayısıyla hiç sorunun olmaması için bir tarafın çok büyük tavizler vermesi gerekir. Bu da ulusal çıkarlarımızın yok olması demektir ki, ulusal çıkarlarımız olmayınca bu ülkeyi sadece ticari ilişkilerle mi yürüteceğiz?
Ayrıca Dışişleri Bakanlığı gibi çok önemli bir bakanlıkta, ikilik yaratmamak gerekir. Örneğin, bir hükümet sadece kendi danışmanlarının gösterdiği yolda ilerlerse ya da, yabancı devlet başkanlarıyla yapılan ikili görüşmelerde Dışişleri Bakanlığından kimseyi almazsa ki, zabıt tutmamak TARİH KAÇAKÇILIĞINA girer, Bakanlığın varlık nedeni anlamsızlaşır. Bizler bu görüşmeleri ancak 30 yıl sonra, yabancı ülkelerin zabıtlarından okuyabileceğiz!
Değerli okurlar, bir bilim insanı, bir hanımefendi ancak bu kadar sert(!) olabiliyor. İzninizle ben AKP’’lilerin anlayacağı dilden, AKP’’nin dış politika karnesini vermek istiyorum;
Kıbrıs: AKP; ’“Kazan-Kazan’” diyerek Rumlara tavize dayalı bir politika yarattı! Geldiğimiz noktada Kıbrıs’’ın tamamı resmen Rumların tapulu malı kabul ediliyor. AB, eskiden Türkiye’’den çekinip Rumları AB’’ye alamazken, şimdi Rumlar AB üyesi ve Türkiye’’nin geleceği ile ilgili olarak karar verici konumdalar. AKP’’nin Kıbrıs politikası son elli yılın en büyük yenilgisi olarak Türkiye’’nin önünde duruyor!
Avrupa Birliği: AKP tarafından gündüz patlatılan havai fişekler rezaleti gibi, Türkiye AKP’’nin sayesinde artık açık açık AB’’ye üye olarak alınamayacağı, yerine imtiyazlı ortaklık önerilerinin yüzümüze karşı söylendiği bir konuma geldi. Türkiye, artık AB için ikinci sınıf bir ülkedir. Emine Erdoğan’’ın ve Egemen Bağış’’ın ve botoks kraliçelerinin, Devler geleneklerimizi yerle bir eden davranışlarından sonra da, ülkemizin AB’’ye entegrasyonu çökmüştür.
ABD: Amerika ile ilişkilerimiz tam bir teslimiyet ve başüstüne efendim anlayışıyla yürütülüyor.
İsrail: Van münit diye efelendik, sonra Amerika’’da Yahudi Lobisinin desteğini alabilmek için her türlü tavizi verdik.
RUSYA: Hükümet, Rusya ile maliyeti 20 Milyar Dolar’’a ulaşacak ve henüz denenip, sıkıntıları görülmemiş bir nükleer santral anlaşmasını ihalesiz olarak imzaladı. Rusya’’ya Doğalgaz’’da % 65, petrol’’de %33 bağımlıyız. Bunun üstüne nükleer de tamamen Rusya’’ya bağlanmak ne derece doğrudur, uzmanlara sormak gerek’…
’“Bekri Mustafa, adam yokluğunda İmam olmuş, bir cenaze namazını kıldırdıktan sonra, tabut’’un kapağını açıp,’” öteki tarafta bu dünyayı merak edenlere selam söyle, Bekri Mustafa, İmam oldu de onlar bu dünyanın halini anlarlar’”, demiş. Ahiret’’e göçmüş devlet ve siyaset adamlarına Tayyip Bey Başbakan, Davutoğlu Dışişleri Bakanı oldular, en büyük açılımı PKK ile yapıyorlar, deyince şu anki halimizi çok iyi anlarlar değil mi?