İtiraf ediyorum, doktorlara "paragöz" yaftasını ben yapıştırdım!!!

Bir süre bu köşede sağlık sektörüyle ilgili yazacağımı söylemiştim. İstanbul'da sağlık muhabirliği yapan bir gazeteci arkadaşımızın Özlem Yurtçu'nun yazısına yer vermek istiyorum bu hafta. Yazının başlığı da ona ait. Gazeteci arkadaşımızın yazısını ilgiyle okuyacağınızı umuyorum.
'Yıllar önceydi. Sanırım ben daha üniversite birinci sınıfa yeni başlamıştım. Annem guatr ameliyatı olacaktı. Alanya'da, devlet hastanesinde bir doktora göründüğünden falan bahsetti. O zaman bu işlerin içinde değilim, 18 yaşında bir üniversite öğrencisiyim sadece. Sıradan vatandaş ne biliyorsa o kadarına vakıfım. Neden bu kadar uzun sürdüğünü sordum ameliyat tarihi vermelerinin. 'Aman kızım bilmiyor musun? Devlette doktora gittiğinde yüzüne bile bakmıyorlar. Önce muayenehanesine gideceksin ki ancak o zaman ilgileniyorlar. Ben de geçen hafta muayenehanesine gittim de 10 gün sonrasına ameliyat günü verdi işte' dedi. Sinirden küplere bindim. 'Ne demek ilgilenmiyor, ne demek muayenehane, bal gibi de ilgilenecek, sizler böyle yaptığınız için o tip doktorlar bu tavrı sürdürebiliyor. Hastalar bunu yapmasa bak bakalım yapabiliyorlar mı' diye bir sürü ahkam kestim falan. Neyse sağ salim ameliyatını oldu çıktı çok şükür. Sonradan bir sorun da yaşamadı. Arada muayenehanesine gittiği doktoru onunla çok ilgilendi sağ olsun. Ama konuşabildiği zamanlarda sürekli şunu söylerdi: Para yedirmediğin doktor yüzüne bile bakmıyor. Ve ben de aynı saflıkla karşı çıkardım: Hayır, sizin gibi hastalar yüzünden onlar böyle. Siz yapmazsanız elleri mahkum ilgilenecekler. Sonradan anladım ki annem çok haklıydı.
Neden bu örnekle başladım? Bu olay 1995-96 yıllarında Alanya'da olmuştu. Yıl 2011 ve halen doktorların paragöz olup olmadığıyla ilgili polemikler sağlık mecrasının en popüler tartışmalarının başında geliyor. Öncelikle 4 yıldır hastane kapılarından geri kalmayan (!) bir hasta yakını olarak, ikincisi de sadece sağlık alanında haberler yapan bir gazeteci olarak bunları yazdığımı da belirtmek isterim. İşkembeden sallamıyorum yani.
Gerek facebook'taki grup sayfalarında, gerek yıl içinde katıldığımız onlarca ulusal kongrede, gerekse çeşitli basın toplantılarında doktorlar ya da tıbbi meslek örgütlerinin temsilcilerinden hep aynı sözleri duyuyoruz: 'Sağlık Bakanlığı hekimleri paragöz göstererek Tam Gün Yasası'nı haklı göstermeye çalışıyor. Recep Akdağ doktorlara paragöz yaftasını yapıştırdı. Bir sağlık bakanı bunu söylerse halk da inanır.'
Annem o basit guatr ameliyatını olacağı zaman Recep Akdağ muhtemelen Türkiye'nin herhangi bir yerinde hasta gören sıradan bir doktordu. AKP'nin daha adı bile yoktu ortada. Şu an sokağa çıkın, rastgele 10 kişiyi çevirin; 'Doktorlar para hesabı yapar mı?' diye sorun; alacağınız yanıtların tamamı (bakın yüzde 80'i falan demiyorum. Tamamı diyorum) 'Evet' olacaktır. Kim başlattı bu ekolü, bu doktorları kim böyle alıştırdı(!), bu tartışmalar ne zamandan beri var, bir fikrim yok. Ama ben kendimi bildim bileli vatandaşın ağzından hep aynı sözü duyuyoruz orası kesin: Paran varsa doktor ilgilenir. Sizce sokaktaki vatandaşın gözünde asla değişmeyen bu imajın suçlusu gerçekten siyasi iktidarlar mıdır? Tam Gün Yasası tartışmaları bu yaftanın neresindedir?
Maksat bağcı dövmek değil burada, üzüm yemek. Bu nedenle hemen şunu da belirteyim. Hasta yakını olarak başımıza onlarca rezil olay gelse de (yoğun bakımda üzerimize lağım suyu aktığı halde biz görüp itiraz edene kadar hiçbir doktor ya da hemşire buna müdahale etmese de, 'Şu antibiyotik grubu benim hastamın epilepsi eşiğini düşürüyor onu vermemelisiniz' dediğimde 'Tıp fakültesi mezunundan daha iyi mi biliyorsun, boşa mı okuduk o kadar sene' deyip bildiğini okuyan doktorun bu hatası yüzünden annem epilepsi nöbeti geçirip neredeyse komalık olsa da; sırf yatalak ve tıbbi açıdan komplike bir hasta yüzünden servisindeki yatak uzun süre meşgul olmasın veya ekstra angarya işlere maruz kalmayayım diye, idrar kültüründe üreme, ateşi 38'lerde olan bir hastayı apar topar taburcu etmeye kalkan asistanlara veya doktorlara denk gelsek de) doktor düşmanı değilim. Birkaç tanesinin hatasını ya da insanlıktan çıkmışlığını mesleğin tamamına mal etmiyorum. Etmemeye çalışıyorum.
Her şeyden önce insan hayatı kurtardıkları için hepsine minnettarım. Bir gazeteci olarak ise yaptıkları bilimsel çalışmalar, inanılmaz operasyonları vs gördükçe, öğrendikçe daha da fazla saygı duyuyorum. Her birinin başarılı işlerini, araştırmalarını, çalışmalarını kaleme alırken, izlerken heyecanlanıyorum. Ve biliyorum ki bu meslekte gerçekten idealist çalışan yüzlerce doktor, akademisyen vs var. Çok şanslıyım ki bunlardan bazılarını şahsen de tanıyorum. Ama... Bu amalardaki satır aralarında onlarca ünlem işareti var. Doktorların; üzerlerindeki bu imajın nedenlerini, kendileri dışında her şeye bağlamalarına hak verecek kadar da salak değilim.
Suçu başkasına yüklemek yerine biraz da dönüp kendisine bakmalıdır sağlık camiası. Zira bu imajın nedeni ne sağlık bakanıdır, ne siyasi otoritedir ne de vatandaş. İş söylentiyle değil, tecrübeyle sabittir! Bunun bizatihi sebebi, doktorların kendisidir! Kendi aralarındaki çürük yumurtaları temizlemek ne bakanlığın işidir ne de vatandaşın. Zaten en ufak bir yaptırım söz konusu olsa hipokrat yemini etmiş kutsal varlıklar olarak -yaptırımın gerekçesi haklı olsa bile- nasıl bize, meslektaşımıza el sürersiniz babında sesler yükselir. Bırakın bunu, ciddi (haksız yere iftira atmalardan bahsetmiyorum) malpraktis davalarında dahi, meslektaşı aleyhine görüş bildirecek bir hekim bulamazsınız. Sözel olarak size 'Evet çok ciddi bir hata yapılmış hakikaten' dese de iş yasalar önünde bunu ifade etmeye geldi mi yapmazlar asla.
Hekimlikteki en büyük meslek örgütü, Tabipler Birliği, sadece ve sadece bir siyasi parti gibi çalışıp istisnasız her gelen hükümetin sağlık bakanlığına sürekli muhalefet bayrağı açacağına, kendi meslekleri içindeki bu tip kör noktalara bir el atmalıdır. Ama bırakın bunu, bir tabiple ilgili 'haklı' bulunan bir şikayet olsa dahi 'kınama' cezasının ötesine geçmezler. Genelde de doktorlar bu tip davalarda 'haksız' bulunmaz zaten. Tabipler Birliği'nin tek görevi sendikacı gibi sadece sağlıkçıların haklarını mı korumaktır yoksa meslek içindeki bu olumsuzluklarla da mücadele etmek midir, bu başlı başına bir yazı konusudur. Diğer uzmanlık derneklerine de aynı serzenişte bulunuyorum. Birebir özel görüşmelerde bu olayı kendi içlerinde kabullenseler de iş kürsüde bundan bahsetmeye geldi mi kimse suya sabuna dokunmaz. Kendi aralarında bu tip meslektaşlarını kınasalar da basın karşısında ya da meydanlarda ak sütten çıkmış ak kaşık oluveriyor hepsi birdenbire.
Çok basit bir örnek, her onkoloji kongresinde, öylesine sohbet ettiğim hocaların neredeyse hepsi, otlarla bitkilerle hastaları iyileştirdiğini söyleyen o malum ve 'meşhur' (benim nazarımda şaklaban) olan onkolog profesör hakkında 'Ya hoca da kafayı sıyırdı iyice. Yaşlandı artık, ayrıca oğlunun bitkisel ürün firması var ceplerini dolduruyorlar, onun için kanser hastalarının hayatıyla oynuyorlar' der; ama röportajda bunu söylemesini istediğimde 'Aman benim bu polemiklerde adım geçmesin' diyerek kaçak dövüşür. 'E hocam o zaman onkoloji camiası olarak bu tip isimleri dışlayın, bir yaptırım uygulayın, deşifre edin ki vatandaşın hayatı böyle riske atılmasın' dediğimde de 'Aman böyle gelmiş böyle gidiyor zaten' gibi kaçamak yanıtlar alırım. İşte cidden paragöz olan hekimlerle ilgili mevzu da aynı bu şekilde. Kendi aralarında bu kişileri bilip içten içe kınasalar da maalesef hiçbir doktor açık açık bunu ifşa etmez.
Daha geçen sene yardım parası toplanarak İstanbul'a getirilen bir kızcağız vardı. Basına da yansımıştı olay. Beyin sapındaki bir tümör için, ismi lazım değil burada çok meşhur bir hocaya getirmişti çaresiz babası. Bu işteki en iyi cerrah o diye. O cerrah ne yaptı peki? 'Çalıştığım özel hastanede ameliyatı yaparsam 30 bin lira alırım. Tıp fakültesinde yaptırırsan ameliyatı, hoca parası dışında para ödemezsin ama ben neştere elimi sürmem, asistanlarım yapar, ben başlarında dururum' Oysa toplanabilen para sadece 10 bin liraydı. Ve ameliyatı o hocaya yaptıramadılar. Kızcağıza İl Sağlık Müdürlüğü bir hastane buldu ve ameliyatı Şişli Etfal'de yapıldı. Bu bahsettiğim vaka da basit bir apandisit vakası değil. Özellikli bir ameliyat. Ülkede üç beş cerrahın yapabildiği bir ameliyat. Yoksa bir profesörün bütün basit ameliyatlara -asistanlarına işi öğretmek dışında- girmesi gibi bir görüşe de kesinlikle karşıyım.
Çok sevdiğim ve kendi alanında dünyanın kabul ettiği çalışmaları olan, halen bir tıp fakültesinde kürsü başkanı olan bir hocam demişti ki 'Özlem, ye kürküm ye devri bitti. Özellikle hoca olan meslektaşlarımın muayenehane ya da özel hastanede çalışma kısıtlılığı getiren bu yasaya karşı çıkmalarının en büyük sebebi bu'. Bu bahsettiğim hocanın ne dünya görüşü olarak ne de siyasi anlamda şimdiki siyasi iktidarla uzaktan yakından alakası yok. Kendisi de aynı koşullarda profesör oldu, kendisi de yıllardır bu ülkede hekimlik yapıyor.
İdealistlik, doktorluk mesleğinin genlerinde olmalı. İnsanla birebir dirsek teması bulunan mesleklerde para, ikinci planda olmak zorunda. Evet onca yıl okuyup dirsek çürüttükten sonra elbette iyi paralar kazanılmalı. Hiçbir doktorun da acil bir vakayı, sırf parası olmadığı için ölüme terk edeceğini sanmıyorum. Öyle olanlar her şeyden önce insan değildir zaten bırakın doktorluğu.
Ama onca yıl tıp fakültesi okumak, şunca sene uzmanlık yapmak, şu kadar yılda da profesörlüğe yükselmek, dünyadaki tüm hakları size vermiyor maalesef. Tıp fakültesine girerken sizleri nelerin beklediği ortada. Kimse kimseyi zorla tıp fakültesine almıyor. İnsanlık dışı çalışma koşulları vs evet bunlara itirazları anlarım. Ama doktorlar paragöz değildir, bu imajın sebebi şu anki hükümettir vs demek, iyi niyetli bakarsak biraz 'safdillik'; art niyetli düşünürsek de 'köylü kurnazlığı'ndan başka bir şey değildir. Aranızdaki bu çürük yumurtaları koruduğunuz ya da onların ayıklanması için kılınızı bile kıpırdatmadığınız sürece de bu tip yaftalamalara maruz kalırsınız.
Nasıl ki biz, 'Basın her zaman yalan yanlış yazar zaten' imajının asıl sebebinin kendi mesleğimizdeki beş para etmez, asparagasçı takım olduğunu biliyor ve kabullenebiliyorsak, bunun suçlusu olarak ne vatandaşı ne de başka birilerini hedef göstermiyorsak, doktorlar da bu imajın asıl sebebinin kendileri olduğunu kabullenip 'bunu nasıl düzeltebiliriz'i düşünmeli.
Ha, Sağlık Bakanlığına ya da siyasi otoritelere gelince. İki şeye kesin olarak güvenmem. Siyaset ve tıp. İkisinde de kesinlik yoktur çünkü. Her an her şey değişebilir. Ama ilginçtir ki ikisinde de mesleğe yemin ederek başlanıyor.
Diyeceğim o ki, doktorların o devasa egolarından biraz sıyrılıp o iğneyi biraz da kendilerine batırma zamanı çoktan geldi. Paragöz imajının, Tam Gün Yasası politikalarına vs bağlanmasına ise çocuklar bile gülüyor.