İstanbul sözleşmesi

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi'nden bahsetmek istiyorum sizlere bu hafta.

2011'de İstanbul'da imzaya açılıp 2014'te yürürlüğe giren sözleşmeyi aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 20 Avrupa Konseyi ülkesi imzalamıştır. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alması bakımından büyük önem taşımaktadır.

Neredeyse her gün bir kadın cinayetine tanık olurken ve 'Ölmek istemiyorum' çığlıkları arasında uğurladığımız kadının hikayesi sıcaklığını korurken temennim bu bilginin daha çok insana ulaşmasıdır.

Oturduğunuz yerden üzülmek, duygularınızı sosyal medyada yahut arkadaş ortamlarında paylaşmak ne yazık ki çözüme katkı sunmamaktadır. Çözüm kadınların birlikte, kararlı ve örgütlü şekilde özgür yaşamı savunmalarıdır.

Kadınları bir birey olarak kabul etmek istemeyen tüm siyasi yapılara, dini kendi çıkarlarına uygun hale getirmek için rezilce eylem ve söylem içinde olanlara ve bunları destekleyen toplumsal çevrelere karşı kadının özgürlüğünü savunan her bireyin ortak çatı altında buluşmaktan başka yolu yoktur.

İstanbul Sözleşmesi, kadının hak ihlallerine vurgu yapan en kapsamlı yasal belgedir.

Sözleşme'nin amacı şu şekilde tanımlanıyor: Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak; kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırıl­masına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirme yolu da dahil olmak üzere kadınlarla erkekler arasında maddi (fiili) eşitliği sağlamak; ev içi şiddetin tüm mağdurlarının ve kadına yönelik şiddet mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı çerçeve, politika ve önlemler geliştirmek; kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak; kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamaktır.

Sözleşme, kadına karşı ve ev içi şiddetin artık mahrem bir durum olarak düşünülemeyeceğini, devletin kapsayıcı ve entegre edilmiş politikalar yoluyla şiddeti önleme, mağdurları koruma ve failleri cezalandırma sorumluluğu olduğunu da vurgulamaktadır.

Sözleşmeyi kabul etmekle hükumetler kanunlarını değiştirmeye, uygulanabilir önlemler sunmaya ve kaynak aktarımına, kadına yönelik ve ev içi şiddete sıfır hoşgörüyle yaklaşmak zorundadır.

Bu tür bir şiddetin önlenmesi ve bununla savaşılması artık iyi niyet meselesi değil yasal bir yükümlülüktür. Sözleşmeyle ilgili çeviri metinlerine Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'ndan ulaşabilirsiniz.

Mücadeleyi etkin şekilde sürdürürken müzakere sürecini de aynı kararlılıkla yürütmek önemli. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim Ailenin Korunmasına ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun'un etkin uygulanması da hayati değer taşıyor.

Kutsal olanın aile değil birey olduğunu vurgulayan kadınlar, Kadın Bakanlığı kurulmasını ve yaşamın her alanında hakkı olanı istiyor.

Cinsiyet ve cinsel yönelim eşitliğine de vurgu yaparken toplumsal cinsiyet eşitliğinin esas alınmasının da önemine dikkat çekiyor.

Ayrıca kadın cinayetlerinin politik olduğunu da her fırsatta kadını hedefe koyan eylem ve söylemlerden görüyoruz.

Size onlarca örnek sıralayabilirim. Kadının kahkahasından rahatsız olanlar, parkta spor yapmasını istemeyenler, birey olduğunu kabul etmeyerek onu bir renkle özdeşleştirenler, pembe renkli otobüslere tıkmaya çalışanlar, kadını iş yaşamından koparıp eve kapatmayı hedefleyenler, anneliği kutsallaştırıp kadın cinsiyetini ayaklar altına alanlar, saçının topuzu, dudağının ruju hatta giydiği eşofmana bir lağıma dönüşmüş ağızlarından zehir akıtanlar, yalan yanlış fetvalarla kadını ve çocuğu hedefe koyanlar, televizyon kanallarında şeriatı övenler, kadını değersizleştiren her türlü yobaz bilginin aşılandığı kurumlar ve dönemim Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın 'Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar' sözü şu an aklıma gelen örneklerden bazıları...

İşte bilinçli yurttaş olmak bu yüzden önemli. Unutmamak, unutturmamak, olaylar arasında bağlantı kurmak, sorgulamak, hukuk çerçevesinde hesap sormak, sürecin takipçisi olmakta toplumun daha çok çürümesinin önüne geçecek temel dinamik.

Bu anlamda medyada çok ağır sınavlar vermekte. Bizlere haber diye sunulan birçok olayın arka plan mesajlarını iyi okumanız çok önemli.

İzlediğiniz, okuduğunuz, dinlediğiniz cinayet, iş kazası, doğal afet, intihar, ekonomi haberlerinin asıl mesajlarına dikkat etmeniz bilinçli vatandaş olma yolunda önemli bir adım.

Haberciliğin en temel soruları olan neden ve nasıllara yanıt aramak zorundayız.

İletişim Uzmanları Prof. Dr. Erkan Yüksel ve Prof. Dr. Halil İbrahim Gürcan, tam da bu noktada 'Haber Toplama ve Yazma Teknikleri 'isimi kitaplarında çok önemli bir konuya dikkat çeker.

Kitapta şöyle diyor.'Suç konusu genellikle bireysel psikolojik bozukluk sorununa indirgenerek tanımlanır. Suç haberleri böylece bağlamdan kopartılır ve toplumsal, ekonomik nedenleri gözden saklanır. Medya suçu kişiselleştirdiğinde suça karşı kullanılacak şiddeti de meşrulaştırmış olur. Suçu işleyen kişiler, sapkın davranışlı kişiler olarak tanmlanır ve suçun ardındaki nedenler, suça iten nedenler haberin arka plan bilgisi sorgulanmaz. '

Yaşamımızdaki her şeyin arka plan bilgisini sorgulamak zorundayız. Bu kararlılık, ülkesini sözde değil özde seven her vatandaşın temel görevleri arasında.

En içten sevgi ve saygılarımla....