Yarım asırlık gazetecilik yaşamımda…
Gördüğüm en ilginç eylemdi…
Sahne şöyle:
Rize'nin doğa harikası İşkencedere Vadisi'nde…
İlla ki, taş ocağı açmak isteyenler…
Yörenin sakinlerini (…ki artık sakin değiller!) karşılarında buldular…
İş makinelerinin önünü kestiler…
Gece-gündüz nöbet tutmak için ağaçlara tünediler…
Bunu yaparken…
Kendi bahçelerinde otururken…
Üstüne bi'de kaymaklı Korona Cezası yediler…
Sonunda köylüler de…
'Madem öyle işte böyle…' diyerek…
İş makinelerin geçeceği yola…
'Arı kovanları'nı dizdiler(!)…
Madenciler ürktü; arıları duyan 100 metre geriye kaçtı…
Gülümseten eylem…
Dünya basınında haber oldu…
Herkes acayip şaşırdı…
100 yaşına koşan Cumhuriyet, böyle bir eylem görmemişti…
Köylüler, tek yürek tek ses…
Devlet Baba'ya şöyle sesleniyorlardı:
'Yatırıma değil, yanlış yer seçilen taş ocağına karşıyız!'
Kimseye anlatamadılar, dertlerini…
***
Taş Ocağı açmayı kafaya koyanlar…
Kartacalı komutan Hannibal'ın…
Geçit vermez Alp Dağları'nın sarp yamaçlarında dediği gibi…
Ya bir yol bulacak ya bir yol yapacaklardı…
İkisi de zahmetliydi; vazgeçtiler…
İyi de arılar ne olacaktı?
Tek bildikleri şuydu:
'Arı'nın soktuğu bir insan ölebilirdi!'
Korku dağları bekler, sözüne inanalar…
Kovanlardan biraz daha uzaklaştılar…
***
Oysa…
Köylülere göre 'doğayı katletmeye' gelenler…
Ne ilginçtir ki…
Doğasever Arıları hiç tanımıyorlardı…
Mesela…
Biz insanlar yokken arılar vardı, bu yaşlı dünyada…
Ve o arılar insanlardan daha çalışkandılar…
Bir arı ömrü boyunca…
Sadece bir çay kaşığının 12'de 1'i kadar bal üretebiliyordu!
Neden çok kıymetliler, biliyor musunuz?
İnsanların yiyebileceği bir gıda üreten…
Yeryüzündeki tek böcek türü arılar da ondan!
***
Eylem işe yaradı…
Arılar'ın korkusundan, taşçılar yolu açamadılar…
Vazgeçtiler…
Arkadan(!) dolanalım dediler…
Önceki gece…
Çadırlara sığınan, çadır bulamayınca…
Ağaçta tüneyip nöbet bekleyen köylüler…
İnanılmaz bir şok yaşadı…
Jandarma çadırları toplamaya başladı…
26 gündür süren 'Doğa Mücadelesi'nin sonu…
Böyle mi olacaktı?
Köylülerin avukatına göre…
Jandarma valilik emriyle çadırları toplamıştı…
Ancak…
Çadırların olduğu yerler…
Köylülerin kendi arazisiydi…
Sahi…
Köylü, kendi bahçesinde neden 'eylem' yapmaya kalksın ki?
***
Tartışma şurada düğümleniyor:
'Devlet Baba her zaman haklı mıdır?'
Ya da, şöyle soralım:
'Fırat'ın kıyısında bir kuzu kaybolsa, gelin bunun hesabını bana sorun...' diyerek göğsünü kabartan Devlet Baba…
Zaman içinde o meşhur sözü az buçuk değiştirip, şöyle seslendirmedi mi?
'Dicle'nin kenarında bir koyunu kurt kapsa, bunun hesabı bizim üzerimizdedir…'
***
Bitiriyoruz…
O 'ant' gibi sözün orijinal sahibi…
Altı kez hükümet kurup Başbakanlık yapan…
Nam-ı diğer 'Çoban Sülü' Süleyman Demirel'dir…
Bu söz, çoğu kez…
Bazı kesimler tarafından 'mizahi potpuri' olarak değerlendirilse de…
Anlamlıdır…
Yakışandır…
Millet'le bütünleşmenin…
Anahtarı'dır…
Süleyman Demirel…
Bundan 28 yıl (16 Mayıs 1993) önce…
TBMM tarafından…
Türkiye'nin Dokuzuncu Cumhurbaşkanı seçildiğinde…
Kürsüden ulusa şöyle seslenmişti:
'Benim görevim, ayırım yapmaksızın, halkımızı, ülkemizin tümünü ve devletimizi kucaklamaktır… Bu fevkalade zor olan görevi, diyalog, danışma, uzlaşma, uzlaştırma, fikir alışverişi ile hoşgörü ortamında ve sabırla yerine getirmeye çalışacağım… Devletimin herkesi şefkat, merhamet ve adaletle bağrına basmasına yardımcı olacağım... Cumhurbaşkanının, taraf olması veya tarafsızlığa gölge düşürecek herhangi bir davranış içinde olması düşünülemez... Ekmek, güvenlik ve hürriyet arasında tercih yapılamaz… Cumhurbaşkanlığı bir sevgi pınarıdır, bir muhabbet pınarıdır ve bir güven abidesidir…'
Rize'nin İşkencederesi…
Çok bi'şi istemiyor…
Şefkat… Merhamet… Adalet…
Onlar için yeterli…
Nokta…
SonSöz: 'Bir cümle yeter sözden anlayana, destan yazsan fark etmez laftan anlamayana… / Hz. Mevlana…