İçimizdeki doğu

Şark kafası iş başında; 'Madem muktedirim, yaparım!' 'Muktedir değilsem, Allah'ın iziniyle yaparım!' Öyle de yapıyorlar, böyle de… Bir tek şunu söyleyemiyorlar; 'Muktedirim ama yapmam!' İlk iki tutum doğuludur. Sonuncusu batılı…

Uygarlığın batılı kimliğinin sınırları, Doğu Akdeniz havzasından, üç büyük dinin doğduğu topraklardan başlar. Ve yine bu topraklardan itibaren ayrışır, doğu ve batı.
Batı ile Doğu'nun buluştuğu, iç içe geçtiği fakat aynı zamanda, birbirinden koptuğu bu topraklar üstünde güven ve huzur içinde yaşamak, kozmopolit yapının getirdiği sorunların üstesinden gelebilen yönetim biçimleri ve yöneticiler ile mümkün olmuştur. İstikrar, uzlaşma kültürünün ve tolerans fikrinin toplumda bulduğu karşılığa bağlı olarak değişkenlik göstere gelmiştir.
Tarihsel olarak, Anadolu insanının, batı kültüründen ve sanatından, batı değerlerinden, batılı devlet biçiminden, kurumlarından, batının bilim ve teknolojisinden etkilendiği, benimsediği ve gündelik hayatı, büyük ölçüde, batı normlarından esinlenerek kurduğu bir gerçektir. Ancak, islam ve doğu etkisini göz ardı ederek bu gerçeği kavramanın imkansızlığı, gerçeğin diğer yüzüdür.

Doğu ve batı kültürünün kamusal alanda uzlaştığı, sosyal alanların, kamusal yaşamın batı normlarına göre düzenlendiği Türkiye'de, 90 yılın ardından, ikibinli yıllarda sistem tıkandı. Bu tıkanmanın bir ucunda Kürt etnisitesinin talepleri, diğer ucunda ise Sünnilerin islama dayalı hayat tasavvuru var. Yeni toplumu ve yeni kamusallığı konuştuğumuz, yeni bir toplumsal mutabakatın yollarını aradığımız bu kritik zaman diliminde, din ve etnisite grupları, doğu toplumlarına özgü tutumları benimsiyor. Uzlaşmaya kapalı, tek boyutlu, dogmatik ve şiddete dayalı çözüm yolları, ülkeyi yıkımın eşiğine getirdi. İçimizdeki doğu ayağa kalktı. Ülkenin neredeyse yarısı, doğu despotizminin cazibesine kapılmış durumda. Tepedeki adam, 'ben muktedirim, yaparım' dedikçe, toplumda hayranlık uyandırıyor.

Kadim Anadolu insanının munis, barışçı, uzlaşmacı kimliği, doğulu kimliği baskın olduğu zamanlarda, etkisini yitiriyor. Yine böyle zamanlardayız. Siyaset, acımasızlıkla müsemma doğulu tavırdan besleniyor. Şiddete dayalı çözüm yolları giderek daha çok kabul görmeye başladı. Şiddet olağanlaştı; gündelik hayatımızın bütün alanlarına sirayet etti ve toplumsal ilişkilerimizi belirlemeye başladı. Sevginin yerini nefret, toleransın yerini tahammülsüzlük, barışçı tutumun yerini kavgacı tutum aldı.

İnsani olanın doğulu toplum değerlerine yönelmesiyle toplumsal alanda oluşan yeni iklim, doğu despotizmine dayalı bir yönetim biçimini mümkün kılıyor. Erdoğan, diktatörlüğün yolunu açmak için bu imkanı kullanmak konusunda çok kararlı. Geçiş süreci, bu kararlılığı işaret ediyor.
Ayağa kalkan 'içimizdeki doğu' ve Erdoğan'ın iflah olmaz 'tek adam tutkusu' mükemmel örtüşüyor. Bundan sonrası sanki tufan! Erdoğan sonuna kadar gidecek…

Muhalefetin bu hengamede akılını başına toplama ihtimali var mı? Şimdilik, ufukta böyle bir ihtimal görünmüyor. Aksine, muhalefet saflarında da uyanmaya başlayan 'içimizdeki doğu', diğer bütün sesleri bastıracak gibi... Şiddet ve öfke dört bir yanından kuşatıyor toplumu.
Bu topraklarda, Aydınlanma düşüncesiyle yetişen ve 'Muktedirim ama yapmam!' diyebilen insan sayısı çok az ve doğulu kimlik öne çıktıkça sayıları daha da azalacak.
Ülkeyi çok kötü yöneten islamcı ve doğulu zihniyetin nihai sığınağı olan despotizm kapımızı çalıyor. Ve bu gidişatın önüne geçecek nitelikli bir muhalefet hareketi ortaya çıkmıyor. Başımıza gelecek var.