Yirmi yıldır hep aynı hikayeyi dinliyoruz.
Her iki taraftan da.
Biri..
'Ananı al da git!' diyor.. Ötekiler..
Basıyor feryadı..
Sonuç..
Biri yeni bir cümle daha kuruyor..
'Askerlik yan gelme yatma yeri değildir!' diyor..
Ötekiler..
Tekrar basıyor feryadı..
Biri..
'Çürük!' diyor..
Tablo hiç değişmiyor.
Biri tekraren ve şiddetlendirerek..
'Sürtük!' diyor..
Ötekiler..
'Vay, sen misin bunu diyen..'
Bütün bunları bir daktilo sayfasına sığdırmak mümkün mü?
Elbette hayır.
Yirmi senedir sürüp giden bir macera…
Hep yakınma, hep şikayet, hep kırgınlık ve kızgınlık..
Bu yollarla kazanılmış bir tek zaferi bile tarih kaydetmiş mi?
Elbette kocaman bir hayır…
Mesela neler yapılabilirdi?
Bir örnek.
Kumpas davaları sonucu milletvekili seçilmiş kişilerin, sayın Mehmet Haberal gibiler, tutukluluk halleri yasalara rağmen sürüp gidiyordu.
CHP tutukluluk bitmezse, TBMM'de yemin törenine katılmayacağını ilan etti.
Ama heyhat..
Bu açıklama 14 gün sürdü ve bir ortak deklarasyon yayınlanarak boykottan vazgeçildi.
İşte 'sarı öküz'ün verildiği olay ve tarih..
Yine mesela..
TBMM Başkanlık divanına üye verilmeseydi..
Komisyonlara üye verilmeseydi.
Oylamalara katılmasalardı..
Vesaire, vesaire…
Bunlara demokratik engelleme 'obstrüksiyon' deniyor..
Acaba sonuç ne olurdu?
Her halde şimdikinden çok daha iyi olurdu…
Gelelim günümüze..
Tek bir cümle ile ifade edersek: İşin çivisi çıktı vesselam..
Çünkü İstanbul Bebek'te, yazmaya bile utanıyorum; 'alenen bilmem ne yapılmış'..
Şimdi…
Ne yapmalı?
Önümüz de seçim var.
Zamanın da veya birkaç ay önce.
Ne fark eder?
Hiç bir şey.
O halde..
Seçim gününü açıkla da adayımızı hemen açıklayalım..
Seçim günü belli.
En geç 2023 Haziran.
Öne alınsa ne olur?
Siz alın adayınızı düşün yollara..
Çıkın milletin terazisine..
Şikayetlerinizi grup toplantılarında değil, milletin huzurunda coşku ile söyleyin.
Değerli arkadaşım sayın Bülent Baratalı'nın 'İzmir Platformu toplantısında' söylediği gibi..
'Kazanması muhtemel değil, kazanması mutlak adayla…'
Düşün yollara..
Bırakın ağlamayı, sızlamayı…