Hayat ayrı bir sözcük, yaşam ayrı…

Bugün bayram yazılarına devam etmek istiyorum. Daha doğrusu bayram günlerine özgü paylaşımlara…

Uluslararası arenada herkes tarafından kabul edilmek kolay değil… Bunlardan biri Woody Allen… Amerikalı yönetmen, senarist, aktör, müzisyen. 1935 yılında New York'ta doğdu. Yaşayan en ünlü ve en iyi yönetmenlerden biridir. 60 yılda 50'ye yakın filme imza attı, 24 kere Oscar'a aday gösterildi, 4 kez kazandı. 81 yaşında ve hala her sene bir projesini hayata geçiriyor. Şu ara nefis bir filmi gösterimde…

Rejisör, 'Hayatı yaşamanın ideal sırası nasıldır?' nedir sorusu ile karşılaşınca daha sonra bir filme de konu olan bir öneri getirmiş…

Çok enteresan bir karşılık bu: Bir daha dünyaya gelirsem, hayatı sondan başa doğru yaşamak istiyorum! Hayata ölümle başlıyorsunuz ve onu aradan çıkarıyorsunuz. Daha sonra gözlerinizi yaşlılar evinde açıyorsunuz ve her geçen gün kendinizi daha sağlıklı hissediyorsunuz. Çok sağlıklı olduğunuz için yaşlılar sizi yaşlılar evinden atıyorlar. Emeklilik maaşınızı toplamaya başlıyorsunuz. Çalışmaya başladığınız ilk gün, size altın bir saat hediye ediliyor. 40 sene kadar çalışıyorsunuz ve emekliliğinizin tadını çıkarabilecek kadar gençleşiyorsunuz. Alkol içiyor, partiliyor, önünüze gelenle yatıyorsunuz. Artık lise yılları için hazırsınız. Daha sonra ilkokula gidiyor, çocuk oluyor, oyun oynuyorsunuz. Hiçbir sorumluluğunuz yok. Doğana kadar olan süreyi bebek olarak geçiriyorsunuz. Daha sonra hayatınızın son 9 ayını lüks bir spa'da geçiriyorsunuz. Merkezi ısıtma sistemi, oda servisi, her gün büyüyen bir oda… Ve bir orgazmla hayatınız sona eriyor!

İnsanların yaşamında anneleri çok önemli ama başarılı olmuş kime baksanız hepsi ana kuzusu. Erkekler 'fazla ana kuzusu' olduklarında daha sonra hayatlarına giren kadınlar pek de mutlu olmuyorlar. Woody, 'Bir çocuğun ilk okuduğu kitap, annesidir. Annem bana katı disiplini öğretti.Babam çok para kazanamazdı. Annem hem para kazanır hem de evi çekip çevirirdi. Eğlenceye ayıracak vakti yoktu. Her zaman bardağın, üçte birinin dolu tarafını gördü. Bana çalışmayı ve vaktimi boşa harcamamayı öğretti' diyor…

Neden böyle davranıyoruz bilmiyorum ama herkes birileriyle tanışmak istiyor… Hayatta en çok kiminle tanışmak istenmeli? Woody, gelmiş geçmiş ünlü kişiler arasında en çok Sokrates'le tanışmak istediğini söylüyor…

Sokrates, antik Yunanlıların bu en bilgesinin Allen'ı kendisine çeken tarafı, ölüm karşısındaki cesareti imiş. Kararı, ilkelerinden vazgeçmek yerine, bir şeyleri kanıtlamak için canını vermekti.

Sonuçta Sokrates'in cesur ölümü, onun hayatına önemli bir anlam kattı. Allen, 'Konu ölüm olunca ben bu kadar korkusuz olamıyorum. Geri tepen bir araba egzozu gibi beklenmedik bir ses duyduğumda, karşımdakinin kollarına atıveririm kendimi' diyor…

***

Dahil olduğum gruplar arasında bir 'sehl-i mümteni' grubu var… Bir keyif ve yaşama anlam katma grubu… Tek sorun grup sık toplanamıyor. Sık toplansak zaten karaciğerler bizi bırakacak. Orada geçen buluşmada (gelemeyen üzülmesin) W. Allen'den aldığım bir sözü söyledim arkadaşlarıma:

'Dünyada iki çeşit insan vardır: İyiler ve kötüler. İyiler, geceleri daha rahat uyur. Öte yandan kötüler, uyanık oldukları saatlerde hayattan daha çok zevk alır!

Maalesef!

***

Bu geyik muhabbetini, pek sevdiğim W. Allen'den yine iki aforizma ile tamamlayayım:

*Zaman, kıyıda duran bir adam için, gemide olan bir adamdan daha hızlı akar.

*Erkekler çekici buldukları kadınları sevmeyi öğrenir. Kadınlar ise sevdikleri adamı çekici bulmayı!