Hala Atatürk’ü anlayamadınız mı?

Kaç gündür ağzımın içi kupkuru.

Başım dönüyor sanki arada; aklıma geldikçe içim bulanıyor.

Hepimizin çoluk çocuğu var, Allah'ım korusun; onları ve bütün çocuklarımızı...

Tatil günü, evdeyim.

Televizyon açık; bir ara televizyonda bir programa gözüm takılıyor.

Orta yaşlı bir anne...

Belli ki orta halli, bir geleneksel ailemizin ev hanımı...

Dertli ki nasıl!

Olay ne?

18 Yaşında kızı var; adı önemli değil.

İşe gidiyor, bir yerde sanırım kasiyer olarak çalışıyor.

Ve orada bir Pakistanlı adamla tanışıyor.

Adam evli; hatta bir söylentiye göre iki ayrı eşi dört de çocuğu var.

Sekiz yıldır Türkiye'de; bir iş kurmuş kendisine doğruysa.

Kızımızla tanışıyor; kıza arkadaşlık teklif ediyor.

Derken iş ilerliyor; arkadaşlık ileri safhalara geliyor.

Kızın aklını nasıl çeldiyse, kız adamla kaçıyor.

İşte annesi; kızına ulaşmak için yanıp yıkılıyor.

Anne yüreği, dağlanıp duruyor.

Ve televizyoncular hem kıza hem de bu Pakistanlı adama ulaşıyorlar.

Kız adama gönlüyle gittiğini, onunla evleneceğini söylüyor.

Pakistanlı adam da evli olduğunu kabul ediyor; ve bu kızı da kendisine eş alacağını utanmadan, sıkılmadan söylüyor.

Sorularıyla kendisini sıkıştırmaya çalışanlara da şöyle diyor:

'Böyle şeyler bizim ülkemizde çok normal!'

Yani eş üstüne başka eşler almak…

Birinci, ikinci eşinin söz hakkı bile yok.

Geldiği ülkede sosyal yaşamı şeriat kuralları belirliyor sonuçta.

Ve 40 yaşının üzerinde, yüzü gözü darmadağınık, kirli sakalı ve çirkin yüzüyle adam; ay çiçeği gibi Türk kızını kendisine eş olarak aldığını söylüyor, çekinmeden.

Ve kız da annesinin onca yakınmasına karşın, adamı sevdiğini; onunla gönlüyle evlenmek istediğini; annesini ve ailesini onun için ret edeceğini söylemekten geri kalmıyor…

Ne diyeyim, nasıl kanı donmaz insanın bu sözler ve mantık karşısında.

Yahu, ne oldu bize?

Nereye geldi bu toplum?

Pakistanlıysa Pakistanlı; niçin derhal savcılar harekete geçmez; Türkiye'de çok eşliliğin yasak olduğunu, buna yeltenmenin suç oluşturduğunu söyleyip, yasal işlem başlatmaz!

Bu tür olaylar yeni değil, her zaman oluyor, biz görmek istemesek de ya da olaylar bize kolayca gelmese de.

Ama oluyor bunlar.

***

Çok çok eski Türkiye'de; yani Osmanlı Devleti'nde dört evlilik olabiliyordu.

Medeni nikah yoktu ve her şey şeriatın dört evliliğe izin vermesine göre şekillenebiliyordu.

Kadının adı yoktu.

Her şey erkeğin iki dudağı arasındaydı; boş ol diye dört kez tekrarladığı zaman erkek, kadın boşanmış sayılıyordu.

Miras hakkı yoktu, şahitliği tam değildi; erkeğinin hep iki üç adım gerisinde yürürdü; eğer dört evlilik yapacak kadar gücü kudreti varsa kocasının, pekala eşinin dördüncü karısı olabiliyordu kadın.

Türk anası bu kadar aşağılanabilir mi?

Ama oluyordu bunlar ey ehli vatan!

Ama biliyorum; cumhuriyet kurulup da medeni yasa 1926'da kabul edildikten sonra kolay kolay olamazdı bunlar.

Olsa bile; kanunun gücünün ulaşamadığı, kapalı mekanlarda, devletten, düzenden habersiz olarak gerçekleşebiliyordu, ama yasal değildi ve yasa bunu fark ettiği zaman gözünün yaşına bakmazdı buna yeltenenin!

Böylesine bir ahlaksızlık özgürlük kavramı içinde değerlendirilemez. Kadının köleleştirilmesinin adıdır bu.

Ama geldiğimiz noktada oluyor işte ve bunun bir de Allahın kanunları dedikleri Şeriatın kuralı olduğunu söylemeleri yok mu? İfrit oluyor insan.

Şeriat bu mu?

Ve bunun gibi bizim alışkın olmadığımız, midemizi bulandıran şeyler mi demek? Bu elbette tartışmaya ve açıklamaya değer bir şey.

Ama bu milletin hisleri, değer yargıları; onlar ne diyor? Yani vicdanımız nerede bu ve buna benzer konularda?

Hani Türk Milleti'nin kendine özgü özellikleri diyoruz ya; onların hiç mi önemi yok?

***

Beyler, bu tarz işler bizi bozar.

Aile anlayışımızı, çoluk çocuğumuzun kodlarını bozar; aklımıza fitneyi ve hiç gelmeyecek sapkın tavır ve davranışları yerleştirir; bizi biz olmaktan çıkarır.

Bunlara meydan vermeyelim ve Atatürk'ün bu ülkeye getirdiği laik düzenin ne olduğunu daha da içselleştirerek anlamaya çalışalım.

Hala Atatürk'ü anlayamadık mı?

O'nun Türk devriminde neden çağdaşlaşma hedefi olduğunu, laikliğin bu büyük yürüyüşün ruhunu oluşturduğunu; laiklik olmadığında böylesine sapkınca olayların aile ve toplum yapımızı paramparça edeceğini içselleştiremedik mi?

Bütün bunların laiklikten uzaklaşıldığında olduğunu iyice görelim.

Ve Atatürk'ün ve onun büyük eserinin değerini daha iyi yerli yerine oturtalım.

Bilelim ki onun getirdiği yenilikler; bizim için hava kadar, su kadar önemli şeyler.

Yoksa boğulduk, boğuluyoruz…

Aman ha, aman ha!