Netflix'te izlenme rekorları kıran, ortalığı yıkan Güney Kore yapımı bir dizi 'Squid Game' – Türkçeye çevirmek zor- Güney Kore'de oynanan bir çocuk oyunu, diziyi seyrederken vahşete dayanmak zor- sınırların ötesinde, sonunu nasıl getirdim inanmak zor- merak işte, gerçeklik ve dış dünya algıma yeniden kavuşmaya çalışmak çok zor…
Vahşet dolu sahneler, mantık dışı bir senaryo olmasına rağmen müthiş metaforlar ve simgesel bağlantılar kullanılarak üzerinizde bıraktığı etki, seyredip bitirdikten sonra bile devam ediyor.
Toplumun kültürel, ekonomik ve ahlaki dönüşümünü aşırı uç örnekler kullanarak akıl dışı bir görsellik ve hikayeyle yüzünüze çarpıyor ki diziyi bitirdikten uzun süre sonra bile gerçek dünyaya dönüş yapamıyorsunuz.
Edebiyat, tiyatro ve sinema toplumsal çığlığın en güzel dile getirildiği sanat dalları bunu hepimiz biliyoruz. Bu diziyle yakalanan başarı da bu.
Toplumsal dönüşümün vahşet içeren bir oyunla sunulması ve insanların 'bir piyon' ya da 'yarış atı' gibi kullanılarak üzerlerine bahis oynanması, başarısızlığın ölüm getirmesi.
Bu oyunların çoğunun da masumiyet çağı çocukluk zamanlarında oynadığımız oyunlardan derlenmesi…
Kopya bu kadar daha fazla vermeyeceğim rahat olun, sadece bende uyandırdığı duyguları paylaşacağım…
Seyrederken kapılıp gitmeyin, bir de benim etkilendiğim bakış açısı ile seyredin isterim…
Dizinin bana göre bilinçaltı işlediği ve sürekli hop oturup hop kaldırdığı şey:
İçimizdeki gizli şahit, susturamadığımız yargıç… 'VİCDAN'
Beden ve ruhun tamamlayıcısı, Yaradan'ın içimizdeki fısıltısı, bizi diğer her türlü canlıdan ayıran yegane varlığımız VİCDAN…
Kelimenin kökeni yine Arapça'dan. Tasavvufta vecd hali, Tanrı aşkıyla dolmak, bulmak, keşfetmekten geliyor.
Neyi bulmak?..
Eş anlamlısı yok. Her dilde tek bir sözcükle ifade edilmesi enteresan değil mi? İçimizdeki Tanrı'yı temsil eden bir sözcük olduğu için belki de bu biriciklik…Parmak izimiz, göz rengimiz, kalbimiz gibi, bizim gibi tek, bir, yek…
'Vicdan' kelimesi kendine eş başka bir sözcükle anlatılmasa da sonsuz anlam içeriyor.
Önce insanın KALBİNİ anlatıyor.
Merhamet duygusuna, adalet arayışına, iç dünyasına isim oluyor. İçini sızlatan, gözyaşını akıtan, bam teline basan içimizdeki gizli şahit o…
Yozlaşmış dünyanın, yanılgılarla dolu medyanın, ekonomik çıkarların, kalabalık çoğunluğun göz alıcı renkleriyle; sesi iyice arka planda kalan merhametin, adaletin, dürüstlüğün, iyiliğin, 'insan olma' durumunun dengesizliğine maruz kaldık.
Vicdanımızla yani iç sesimizle yaptığımız monolog hep kendimizi haklı çıkarmaya yönelik olsa da o bir birikimdir, içsel otoritedir, iyi ile kötüyü hayır ile şerri ayıran terazidir. Haksızlığa gelemeyen, sevgiyi zayıflık görmeyen, kişiyi hep doğru olmaya yönlendiren güçtür. Yönü hep doğruyu gösteren pusuladır.
'Kalp gözüdür'. Kişinin davranışlarını ya da tutumunu kendi içinde yargıladığı bir mahkemedir. Akıl değil vicdandır sürekli hesap soran. Ahlaki değerler üzerinde dolaysız, net, basit bir sorgulamadır. Basit bir iç sorgulama gibi görünse de kişinin vicdanıyla yaşadığı kararsızlıklar, gitgeller, hesaplaşmalar zorludur. Vicdanının sesini dinleyen, onunla bir bütün olan insan rahattır -tamdır...
Montaigne vicdanı başınızı koyduğunuz yastığa benzetir. Vicdanın rahatsa, rahat uyursun.
Yalan söyleyen, bahane üreten, kendi kendini inandırmaya, haklı göstermeye çalışan insanların vicdanı vızıldar içeride. İç görüden yoksundur bu kişiler. Sadece kendilerinin duyabildiği vicdanının sesini bastırmaya, kalp gözünü balçıkla sıvamaya çalışıyordur yalan söylerken.
Vicdandaki bozulmalar bireysel yaşanmıyor. Çözülmelere toplumda da rastlanıyor artık. Dizideki en çarpıcı nokta da bu. Toplumsal vicdanın sorgulanması.
Toplum olarak içinden geçtiğimiz her süreç kamuoyu dediğimiz bir süzgece takılıyor. Bu süzgeç de toplumsal vicdanımızın sesi aslına bakarsanız. Toplumu meydana getiren bireylerin vicdani yükümlülüklerinin çoğunluğunu ifade ediyor. Toplumsal alanda vicdanı inşa etmek kolay değil. Ahlaki ve dini değerler, maneviyat, içinde büyüdüğünüz yasal ve etik kurallar, aile yapısı, yetiştiğiniz okullar gibi birçok bileşen barındırıyor.
Dokuz saatlik dizinin sonuna geldiğimde vicdan kavramının ve toplumsal vicdanın ne noktaya gelebileceğini gördüm. Kötülük doğuştan gelebildiği gibi sonradan da öğrenilebiliyor. Var olma çabası ve yaşama güdüsüyle vicdanı duymazdan gelmeye çalışsan bile o içeride bir yerlerde sesi kısık çıksa da konuşuyor. İnsanlık kötüleştikçe kalbi köreliyor, körelen kalp iyi görmüyor, göremeyen kalbin sesi az çıkıyor. Olan bitenlere gözünü kapatıyorsun, bir süre sonra duymazdan gelmeye başlıyorsun, başkası yapıyorsa sen de kendini yapmakta özgür sanıyorsun. Normların değişiyor. Vicdanın konuşmaya devam etse de bir sinek vızıltısından daha güçlü çıkmıyor sesi…
Peki, en basite döndüğünde, hayvani içgüdüler tetiklendiğinde ölüme beş kala, açlık-susuzlukla sevdiklerinle sınandığında kişisel vicdan- toplumsal vicdanla çatışır mı?
'Asla' dediğin bir konuda vicdanınla ters düştüğün oldu mu?
'her şeye rağmen' vicdanını dinlediğinde aklını kaybetme noktasına geldin mi?
Diziyi izleyin bakalım sizde hangi duyguları tetikleyecek?
Allah kimseyi şaşırtmasın, eskiler doğru demiş, bir de J.J. Rouseau…
'Vicdan, vicdan.. Ey ilahi içgüdü! Ölümsüz ve semavi sada! Zavallı ve cahil yaratıkların en güvenilir rehberi, sensiz hayvanlardan farksız olur, kötülükten kötülüğe sürüklenir, özsüz bir akıl gücünün ve yasasız bir aklın sürüklenmeleriyle, üzücü sonların ve ağır yanlışların avı olurdum.'
Dizi Önerisi: Squid Game _Netflix