Gizli nefret

Açıkça ve mertçe nefret ettiğini söylemek, esas düşüncesini gizlemekten daha asil bir harekettir.
Adam gibi adamlar sevdiğini de, nefret ettiğini de muhatabının yüzüne söylerler. Bazı, kişiliği gelişmemiş yüreksiz kişiler ise, sevdiğini söyleyemedikleri gibi nefretlerini de gizleyerek, iki yüzlülüğün en önemli örneklerini verirler. Bu tiplere riyakar'dan başlayıp, yalakalığa kadar giden çeşitli isimler verilir.
Kürtçü-Bölücü kesimle, İslam Cumhuriyeti ve Şeriat özlemcileri Türk Ordusundan nefret ederler. Tarih içinde, devlet ne zaman zaafa düşse bunlar nefretlerini dışa vurmuşlardır.. Devlet ve Ordu güçlü olduğu zaman ise, en hızlı devletçi ve askerci olmuşlardır. Kürtçü-Bölücü örgüt eline geçen her fırsatta kahpece arkadan vurarak, tuzak kurarak, kalleşçe mayınlayarak Türk Askerine olan nefretini kusmuştur, kusmaktadır.
Bunların iş ortakları olan Şeriat talepçileri de her fırsatta Türk Askerine saldırırlar. Nefretleri o kadar büyüktür ki, Allahtan korkmadan, Menemen'de Asteğmen Kubilay'ı kör bıçak ile ensesinden canlı canlı kesecek kadar insanlıktan nasiplerini almamışlardır. Benzerini Hizbullah cinayetlerinde de görebilirsiniz.
İşin trajikomik tarafı, her iki kesim de nefretlerinin sebebi olarak 'Demokrasi'yi' kaynak gösterirler. Bunlar sözüm ona demokrat olduklarından ve demokrasiyi savunduklarından, darbeler yapmış olan Türk Ordusundan nefret ettiklerini söylerler!...
Peki, bu iki kesim 'Demokrat mıdır' , demokrasinin yanından geçmişler midir? Ne gezer!...
*Öcalan'ın yokluğunda, Kürtçü-Bölücülerin taptıkları, sıkça gidip akıl danıştıkları, emir aldıkları kişi, diktatör Barzani'dir. Kuzey Irak'ta o ne derse o olur. Barzani, Türkiye'de ki demokrat geçinen Kürtçü-Bölücülere;
'Dört ayak halinde ve geri geri, benim huzuruma geleceksiniz' dese, bunlar uyarlar. Bilirler ki uymayanlar, çoluk-çocuk, sorgusuz sualsiz 'Demokratik (!)' bir şekilde infaz edilirler.
Şeriatçı kesim ise, her türlü varlıklarıyla tarikat önderlerine teslim olmuşlardır. Onların yaşamlarında şartsız itaat vardır. Hata yapan, karşı çıkan derhal cezasını çeker. Başı, camideki mermerlere çarpıla çarpıla öldürülen kişinin durumu hatırlardadır.
Bu iki kesimin, Türk Ordusu karşıtlığı, tamamen kendi emellerini gerçekleştirmede, Türk Silahlı Kuvvetlerini en büyük engel olarak görmelerindendir. Güçlü bir Türk Ordusu bunların korkulu rüyasıdır. Bu yüzden Türk Ordusunu yıpratmak için ellerinden geleni sinsice yapmaktan asla geri durmazlar.
AKP İktidarı da aslında Türk Ordusunu sevmez. Türk Ordusunun; Anayasa ve yasalar kapsamında görevini yapması, Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için Anayasa Mahkemesi tarafından mahkum edilen AKP'yi rahatsız eder. AKP Hükümeti, Türk Ordusu Genel Kurmay Başkanı'nı, Emniyet Genel Müdürü gibi görmek ister. Başbakan emir verecek, Emniyet Genel Müdürü Habur'a gidecek, gerekli organizasyonları yasalara aykırı olarak yapacak, sonra da o Başbakan, Emniyet Genel Müdürünü kendi partisinden Milletvekili yapacak. Emniyetin en önemli birimleri cemaatin emrine verilecek ve o Genel Müdür bunları görmeyecek!.. Ne güzel değil mi? Al gülüm ver gülüm…
Bu yüzden ellerine geçen her fırsatta Türk Ordusunun Komutanlarını örselerler, yıpratırlar. Bizim gibi, dünyanın gözünün üzerimizde olduğu bu coğrafya da, Türk Ordusunun 42 General'inin ve yüzlerce subayının ne ile suçlandıklarını bilmeden yıllardır tutuklu olması başka nasıl izah edilebilir ki…
18 Temmuz 2011 Pazartesi günü Bakanlar Kurulu toplandı. Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç; Diyarbakır-Silvan'da şehit edilen 13 askerimiz için, İçişleri Bakanlığı da inceleme yapacak, kararımız bu dedi. Başbakan, 'Bu olay sıradan bir olay değildir, Asker araştırıyor, bir de sivil gözle araştırılsın. Toplumda var olan şüpheler araştırılmalıdır.' diye üstüne tüy dikti…
Devletiyle ve Ordusu ile kavgalı olmayan bir hükümetin yapması gereken şudur; Terör örgütünün ve devlet düşmanlarının olumsuz propagandalarını önlemek için önce kamuoyuna gerekli açıklama yapılır. Sonra, devletin tüm olanaklarıyla olay araştırılır. Bir hata, bir kasıtlı yanlış varsa olay yargıya iletilir ve kamuoyuna en açık ve en ayrıntılı açıklama yapılır. Böyle daha baştan, aynen terör örgütünün ağzı gibi, Orduyu suçlu ilan eden bir tavır takınmak sadece devlet düşmanlarını mutlu eder.
Türkiye'de adam gibi gazeteci kalmadı. Olsa Başbakan'a şunları sormaz mıydı?
'Sayın Başbakan, siz Silvan olayını araştırın da, Yüksekova'da şehir içinde bir suçluyu(hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunan) ele geçiren polis otosuna yüzlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı saldırdı, suçluyu kaçırdılar ve polislerden birini linç edip yol kenarına attılar. Yine güvenliklerinden polislerin sorumlu olduğu sivil iki uzman çavuşumuzu, şehir içinde, yüzlerce insanın gözü önünde, kafalarına arkadan kurşun sıkarak infaz ettiler. Siz bu olaylar için araştırma yaptırdınız mı ve kaç kişiyi gözaltına aldırdınız?.. Sizin izninizle Ankara'da, Başkentimizde BDP toplantı yaptı. Apo posterleri ve PKK bayrakları asıldı. Türk Bayrağı indirildi. Bunu da araştırdınız mı?..'
Devleti yöneten siyasetçiler her şeyden önce samimi olmak zorundadırlar. Devletin kurumları arasında yetki yarıştırması yaptırılması devlete zarar verir. Hukuk Devletinde; Anayasa-Yasa ve bağlı yönetmeliklerle herkesin görevleri, yetkileri bellidir. Seçimle veya atamayla gelenler, belli şartlarla görevlerini tamamlarlar ve çekilirler. Kimse vazgeçilmez değildir, kimse kanunun vermediği bir hakkı kullanamaz. Hukuk Devleti budur, doğrusu da budur…
Türk Ordusu hepimizin ordusudur. Torpilli olanların ve sahte rapor alarak askerlikten kaçanların dışında hepimizin çocuklarının oluşturduğu muazzam bir 'Milli Gücümüzdür'. Onu korumak, esirgemek hepimizin görevidir.
Bu vatan için zor şartlarda görev yapan bir asker, Komutanının polisler eşliğinde, terör suçlusu gibi reklam edilircesine günlerce televizyonda izlerse, onda moral kalır mı?
İmzasız ve asılsız ihbar mektuplarıyla, televizyonların eşliğinde askeri bölgelerde kazı yapılıp insan kemikleri aranması askerin moralini bozmaz mı?
Terör Örgütü Lideri ile yapılan ve inkar edilmeyen görüşmeler, dağda savaşan askerin moralini bozmaz mı?
Menemen'deki vahşetin torunlarından biri; 'Generaller karşımızda topuk selamı veriyor' veya 'Otur oturduğun yerde, sen benim memurumsun' tarzında aşağılayarak konuşmak, belki o zavallı kişinin egosunu tatmin edebilir ama, ordunun moralini de alt üst eder.
Askeri vesayetten kurtuluyoruz diye, Askere olan nefretini her fırsatta göstermek devlet adamlarına yakışmaz. Sıkıştığınızda çalacağınız kapıyı, hızla çarpmayınız…