Agora'nın arka sokaklarında,
ofis yolunda tanımıştım onu.
Sokakta arkadaşlarıyla oyun kurmuş,
çöpten buldukları oyuncaklarıyla oynuyordu…
Kapkara gözleriyle güldü,
gamzeleri belirdi.
Sonrasında arkadaş olduk,
her gün ofise gelip gitmeye başladı…
Suriye'de okula gidiyormuş,
tekrar okula gitmek istedi
arkadaşlarla onu okula yazdırdık.
Türkçeyi çok kısa zamanda sokakta öğrenmişti.
Girişken, zeki bir çocuktu.
Yine de mahallede de
okulda da başı beladan kurtulmuyordu.
Dediğine göre onunla uğraşan çoktu
ama pes etmiyordu;
oğlanların da,
kızların da,
kendinden büyüklerin de hakkından geliyordu.
Çocukları dövmemesi gerektiğini kaç kere konuştuk hatırlayamıyorum
ama hiç kızmadım, kızamadım…
Haklıydı
o küçücük yüreğinde sakladığı o kadar çok şey vardı ki.
Sadece
sevilmek
kabul görmek istiyordu
ama olmuyordu,
olmuyordu işte
ne yaparsa yapsın
Suriyeli olduğu için devamlı itilip kakılıyordu…
Aslında ona bir fırsat verseler,
onu tanısalar
çok severlerdi,
tıpkı benim onu sevdiğim gibi…
Ben onu çok sevdim,
çocuk olduğu
hep güldüğü
kocaman yüreği için sevdim…
Geçen gün geldi
gideceklerini söyledi.
Ne diyeceğimi bilemedim…
Çok mutluydu,
yeni bir hayatı olacaktı
şimdikinden daha güzel.
Günde üç kez yemek yiyecekti,
kendi odası olacaktı,
çocuklar onu sevecekti,
hiç kimse Suriyeli olduğu için onu itip kakmayacaktı
mutlu
çok mutlu olacaktı…
Konuşamadım,
bir şey diyemedim.
Aklımda birbirinden farklı düşünceler,
yüreğimde karmakarışık duygular…
Son günüydü,
veda etmeden olmazdı.
Ona bir şey almak istedim
alabileceğim bir şey yoktu.
Alsam bile
yanında götüremezdi ki
tıpkı buraya da bir şey getiremediği gibi.
Sahip olduğu bir tek anıları vardı
o zaman onun için bir anı hazırlamalıydık…
Hemen bir pasta sipariş ettik,
en sevdiğinden
vişneli çikolatalı…
Pasta yendi
fotoğraflar çekildi.
İçimiz kan ağlarken
güldük
gülmeye çalıştık…
O da
ben de
ağlamamak için kendimizi zor tutuyorduk…
Hayallerini anlattı,
Almanya'ya vardıklarında gideceği okulu,
okul sonrası gezeceği yerleri.
Almanya'da doktor olacakmış,
Türkiye'de polis,
Suriye'ye dönmesi gerekirse de asker…
'Sihirli bir değneğin olsaydı ne yapardın' diye sorduk;
'kelebek olmak istiyorum' dedi…
Sonra onu aldım ofisime indik.
Onun için yapabileceğim son bir şey kalmıştı;
o korkunç yolculuğa hazırlamak…
9 yaşındaki bir çocuğa
ölüm kalım yolculuğu nasıl anlatılır ki…
Denizden başladım,
ona sözüm vardı
okullar kapandığında
denize gidecektik.
Beraber gidemediğimiz denize
şimdi bensiz gidiyordu.
'Korkma' dedim
'ne olursa olsun korkma,
üzerinde can yeleceğin olacak,
karanlıktan da korkma
yolculuk başladıktan birkaç saat sonra
güneş çıkacak
onu düşün.
Denize düşersen de
başını hep yukarıda tut
ama en önemlisi
korkma,
sakın korkma…'
Fotoğraflara baktık,
botlarla karşı kıyıya geçen mültecilerin fotoğraflarına.
Yaşayacakları için onu hazırlamaya çalıştım,
bilmemek en kötüsüydü…
Sonra Meryem Ana'nın önündeki kandili yaktık
beraber dua ettik.
Küçücük ellerini açıp
mırıldandı durdu…
Ona bir kartımı verdim,
vardıklarında mutlaka beni aramasını söyledim.
Atletine de Meryem Ana'yı iğneledim.
Bu bizim sırrımızdı,
Meryem onu koruyacaktı,
benim kızımı koruduğu gibi onu da koruyacaktı…
Robin,
benim kara gözlü
gamzeli kuzum gitti…
Söylenecek çok şey var
ama ben susuyor
sadece dua ediyorum,
kuzumdan haber alabilmek için
dua ediyorum…