Geleceğe dönüş


Bu dergilerden, tarihle ilgili olanlarını her ay bekliyorum ve büyük bir zevkle okuyorum. Şimdi bunlara galiba ’“popüler tarih’” diyorlar. Gerçekten dopdolu, mükemmel dergiler.
Bu ayki dergilerden birinin ek olarak verdiği, ’“Yüzyıl Önce Türkiye’” isimli fotoğraf albümü özellikle ilgimi çekti. Pek çok kişi gibi, eski fotoğraflar, belgesel filmler bana ’“zaman makinesi’” gibi gelir ve en ince detaylarına kadar zevkle incelerim.
İşte bu albümdeki fotoğraflardan biri beni adeta kalbimden vurdu.
Fotoğraf, 1932 yılında Bursa’’da çekilmiş. ’“Tarihi Koza Han’’da İpekböceği Mezatı’” alt yazısını taşıyor. Hıfzı Topuz koleksiyonundan alınmış.
Kalabalık bir pazaryeri, insanlar, küfeler, balyalar, atlar bir şerbetçi; bütün bu görüntünün ortasında, 13-14 yaşlarında, objektife bakan iki ortaokul çocuğu ile çarpılıyorsunuz’…
Fotoğraf küçük, epey uzaktan çekilmiş ve çocuklar, belli ki fotoğrafçının ana süjesi değiller ama fotoğraf çekildiğini fark etmiş, kameraya bakıyorlar.
Ortaokul kasketi taşıyanın yüzünü, yüz ifadesini göremiyorsunuz çünkü kasketinin siperi yüzünü gölgelemiş; ama diğer çocuk, inanılmaz bir ışık saçıyor.
Umutla bakıyor ve adeta ’“ ben sarı saçlı, mavi gözlü dev adamın çocuğuyum’” diye sevinçle haykırıyor.
Evet, Cumhuriyetin 9. Yılında, Bursa’’da bir ortaokul çocuğunun yüzündeki ışıltıda, devrimi görüyorsunuz. Pırıl pırıl, aydınlık, umutlu ve de mutlu’… Bir çocuğun olması gerektiği gibi mutlu’…
Bir an, o aydınlığı, o mutluluğu ben de yaşadım, sonra düşünmeye başladım;
1970 lerin ikinci yarısı ile başladı gençliğe el atma dönemi. Yaz kampları, Kuran kursları, daha sonra ücretsiz Üniversiteye hazırlık kursları’… Bedava kalacak yer, yiyecek yemek, eğitici ağabeyler, ablalar’… Ortaya, karşı devrimin militanları gençler çıkmaya başladı. Bu gençler ki, pozitif hukuku, laik sistemi reddeden, televizyonlarda ’“ben Atatük’’ü değil, Humeyni’’yi seviyorum’” diyebilen gençler’…
Kendi ülkesinde yaşananları unutup, Pakistan’’a Gazze’’ye yanan gençler! Dinimizi, kendilerine referans gösterip, Müslümanların sadaka paralarını dolandıranların arkasından koşan gençlik!
Bölücülerin peşine takılan siyasetçileri sessizce seyreden ve izleyen gençlik’…
Tarikatlar ve Cemaatler, kendi dünya görüşlerine uygun gençleri yetiştirirken onların verdiği eğitimle, bize ailemizin öğrettikleri niçin farklı?
Örneğin bize ailemizin öğrettiği, bizim de çocuklarımıza öğrettiğimiz; Kul hakkı yememek, insan sevgisi, bir insanı öldürmenin tüm insanlığı öldürmekle eşdeğer olduğu, yaratılanı yaratandan ötürü sevmek gerektiğini, Haram’’ı, Helal’’i, yardımlaşmayı, komşusu açken tok olarak yatmanın günah olduğunu, çalışmanın en büyük ibadet olduğunu, yalan söylemenin ve hırsızlığın en büyük günah olduğunu, bu tarikat ve cemaatlerin de yetiştirdikleri gençlere öğretmesi gerekmez miydi?Yani bunların yetiştirdiği gençlerin, maddeten doyurulmuş, manen de eğitilmiş, mutlu ve sevecen gençler olması gerekmez miydi?
Peki, nerede bu gençler?
Ben etrafta, o fotoğraftaki gibi umut dolu bir gençlik göremiyorum.
Genç Cumhuriyetin, 9 yılda bir gence verdiği heyecan ve özgüveni, 1970 li yıllardan beri, yani 40 yıldır uğraşmalarına rağmen hiçbir tarikat veya cemaat verememiştir.
Cemaat ve tarikatların tornasından çıkan tek tip gençlerin bazılarının marifetleri; Trabzon’’da, Hatay’’da öldürülen din adamları, İstanbul’’da öldürülen gazeteci, sokaklara dökülüp tekbir sesleriyle dükkanları yakan-yıkan, ellerine fırsat geçince helal ve haramı unutup ’“kul hakkı’” tanımadan zengin olmaya koşan çapulcular’…
Diğer taraftan, ağır makyajları, vücutlarının tüm hatlarını göstermek için özellikle seçilmiş, daracık kıyafetler üstüne kondurulmuş acayip sıkmabaşları ile, sözde tesettürlü kızlar’…
Bu kızlar ki, tek mücadele verdikleri alan, türbandır. Ama bu ülkede kadınların başına gelenler, kadınların yok sayılması, çok evlilik, töre cinayetleri, kadının eve kapatılması, kadına şiddet uygulanması, genellikle bu çevrede olur fakat bu kızlarımızın bu sorunları görmek akıllarına gelmez. Tek yenilikçi yanları, türbanla ilgili her gün yeni moda üretmek, nasıl kazanılıyorsa, aniden sahip olunan ciplere binmek bir de, bazen ’“bindirilmiş kıta’” olarak belli yerlere götürülmek ve ellerine verilen pankartları taşımaktır.
Ama hiçbirinin yüzüne, o cumhuriyet çocuğunun ışığı yansımadı. O ışıltı, o heyecan, o masum sevinç, dürüstlüğün, gerçek inanmışlığın ve onurun eseridir.
Ortaçağ artığı, dış güçlerin beslediği cemaatlerin, tarikatların yapabileceği iş değildir öyle pırıl pırıl gençler yetiştirmek.
Ne Mutlu Türküm Diyene’…