Gazi Paşam’ın silahı beni öldürmez!

Bugün Pazar…

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla…

Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü…

Bir kez daha…

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım…

Bunu yaparken de…

Bu anıyı anlatarak bugünlere taşıyan…

Hasan Rıza Soyak ile…

Kitaplaştıran İsmet Bozdağ'ı…

Saygıyla analım…

***

Yıl; 1934…

Atatürk, Bursa'yı ziyaret ediyordu…

Akşam Çelik Palas'ta onuruna düzenlenen baloya gelmişti…

Kent, Atatürk sevgisi ve heyecanı ile kaynıyordu…

Ulu kurtarıcıyı yakından görmek…

Sesini duymak isteyenler…

Balo davetiyesi bulmak için çırpınıyordu…

İyi de…

Küçücük bir salon bütün bir şehri içine alamazdı ki…

Gelenler geldi…

Gelemeyenler de…

Yolları, ağaçların tepelerine kadar doldurdular…

Atatürk çok neşeliydi…

Halkın sel gibi taşan sevgisi O'na da bulaşmıştı…

Gülüyor, konuşuyor…

Masalardaki Bursalılar'a sesleniyor…

Dans edenleri alkışlıyor, kendisi de dans ediyordu…

***

Bir ara müzik sustu ve genç bir kadın…

Piste doğru yürüyerek Atatürk'ü selamladı ve…

Bir şiir okumaya başladı…

Şiir Atatürk için yazılmıştı…

Genç kadın, şiiri heyecanla ve…

Çok güzel okuyordu…

Şiir bitince…

Salonun duvarlarını zorlayan bir alkış koptu…

Atatürk de duygulanmıştı…

Ayağa kalktı ve Bursalılar'a seslendi…

***

'Muhterem hanımefendiler, muhterem beyefendiler…

Çağlayan halinde akan sevginizle…

Heyecanınızla beni de duygulandırdınız…

Okuduğu şiirle beni öven hanımefendiye özellikle teşekkür ederim…

Benim bu memlekete yaptıklarım…

Hepinizin yapabileceği şeylerdi…

Ben sizin tercümanınızdan başka bir şey değilim…

Siz istiyorsunuz, ben yapıyorum…

Yapan millettir, yani sizsiniz…

Bu vesile ile size seslenmek imkanını bulduğum için sevinçliyim…

Şunu önemle belirtmek istiyorum ki…

Bir milletin hayatında güven ve beraberlik en büyük kuvvettir…

Yönetenlerle, yönetilenler…

Birbirlerini seviyorlar, inanıyorlar, destekliyorlarsa…

Orada mucizeler gerçek olabilir…

Evet, birbirinizi seviniz, birbirinize inanınız…

Ama size bir öğüt vereceğim…

Severek inanmayınız…

İnanarak seviniz…

Sevmekle işe başlarsanız…

İnancınızda yanıltıya düşmüş olabilirsiniz…

Ama, inanarak severseniz…

Sizi hiçbir yanıltı beklemez…

Bu fikrimi şöyle bir örnekle size anlatayım…

Görüyorum ki beni seviyorsunuz…

Sevdiğiniz için de inanıyorsunuz…

Ama ben size desem ki…

Şimdi biriniz ortaya çıksın, başının üstüne bir bardak koysun…

Ben başındaki bardağı oturduğum yerden bir kurşunla parçalayacağım…

Elbette siz düşüneceksiniz…

Diyeceksiniz ki, 'Evet, Gazi iyi nişancıdır, attığını vurur…

Elindeki silah da iyi silahtır ama…

Ya eli hafif titrerse?

Ya beklenmedik bir hata yaparsa, ölebilirim…

İş, benim ölümümle bitmez…

Gazi'yi de ömrünce kurtulamayacağı bir vicdan azabına sürüklemiş olurum…

Öyle ise bu öneriye karşı susmalıyım…'

Bu gerçekçi bir düşünüştür…

Şimdi fikrimi biraz açıklayabildim sanıyorum…

İnanarak sevmede gerçekçilik vardır…

Öyleyse soruyorum size…

Aranızda başına bardak koyup bana hedeflik yapacak kimse var mı?

***

Atatürk, soluklanmak için biraz durdu…

Ve tam o sırada…

Köşeden bir kadın sesi yükseldi:

'Var Paşam, ben varım!'

***

Hamile olduğu belli olan genç bir kadın…

Eteğinden tutmak isteyenlerin elleri arasından sıyrılmış…

Pistin ucuna dikilmişti…

Atatürk, kadının yüzüne hayretle bakıyordu…

O kimseden böyle bir şey istememişti…

Bu genç kadın…

Ya dediklerini yanlış anlamış ya da…

Gösteriş olsun diye karşısına dikilmişti…

Kadını sınamaya karar verdi:

'Siz başınıza bir bardak koyup benim karşımda duracak ve benim ateş etmemi bekleyecek misiniz?'

'Evet Paşam!'

'Ya küçücük bir hata olur da kurşun beyninizi parçalarsa ne olur?'

'Gazi Paşa'nın silahı beni öldürmez… Bir hata olursa canım ona kurban olsun!'

***

Herkes nefes bile almadan konuşmayı izliyordu…

Genç kadının kocası…

Bursa'nın tanınmış doktorlarından Talat Şahim'di…

Bebek bekleyen karısının, Atatürk'ü çok sevdiğini…

İnandığını, güvendiğini biliyordu…

Kendisi de o kadar inanıyordu ama…

Bu denemenin yapılmasından yana değildi…

Bir kurşun mutluluğunu yıkabilirdi…

***

Atatürk…

Kadının içtenliğini sınamaya karar verdi…

İşaret etti, bir bardak getirdiler ve kadının başına koydular…

Genç kadın…

Gözleri Atatürk'ün gözleri içinde, bir kıl kadar bile sallanmadan…

Pistin ucunda duruyordu…

Atatürk tabancasını çıkardı…

Emniyeti açtı, silahı kadının başına doğrulttu…

Salondaki davetlilerin bir bölümü gözlerini yummuş…

Bir bölümü dehşete kapılmıştı…

Atatürk…

Tam bardağa nişan aldıktan sonra silah patladı…

Fakat…

Elbette Atatürk, tetiğe basacağı sırada namluyu havaya dikmiş ve…

Kurşun salonun köşesinde tavana saplanmıştı…

***

Kurşunun girdiği yer hala o salonun tavanında duruyor…

Nokta!

Sonsöz: 'Sadece korkmamaya başladığımız zaman yaşamaya başlarız… / Dorothy Thompson – Amarikalı gazeteci…)