’“Biri, karşıdan gelene sormuş; adın ne?Adam cevap vermiş; Muuusaaa. Adam, benim ki de Musa ama, o kadar uzun değil’” demiş.’¶ Barışçıyız ama, Tayyip Bey’’in ve Kezban Hatemi’’nin zannettiği gibi enayi de değiliz.
Tayyip Bey, Türkiye’’nin kurumları yanında, temel dış politikalarını da fütursuzca yıkmaya devam ediyor. Fener Patriğine ’“Ekümenik’” payesi verilmesi isteği yıllardır ama yıllardır ABD’’nin Türkiye’’yekabul ettirmeye çalıştığı bir konudur. Fener Patriği’’ne ekümenik payesi verildiğinde otomatikman Rusya Devletler Topluluğu’’ndaki tüm Ortodokslar da, bu patrikhaneye bağlanmış olacaktır. ABD için ondan sonraki adımda bir takım oyunlarla Montrö Sözleşmesi’’ni tartışmaya açtırıp, ortadan kaldırtmak Çanakkale ve İstanbul boğazlarının Paris Sözleşmesi’’ndeki uluslararası su statüsüne geçirilmesini sağlayıp, Karadeniz’’e uçak gemilerini, savaş gemilerini, araştırma gemilerini rahatça çıkartmak olacaktır.
İnsanın aklına ABD onayıyla 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştirenlerin ilk iş olarak 20 Ekim1980’’de Yunanistan’’ın Nato’’ya dönmesine izin vermeleri geliyor. Türk Hükümetleri bu konuda yıllarca direnmişlerdi ve 12 Eylül darbe yönetimi bu kararı almasaydı, Türkiye AB’’de yıllarca Yunanistan tarafından bu kadar hırpalanmazdı. 1984-85’’ten sonra AB Komisyonu’’ndan Türkiye’’ye yönelik her olumlu girişim Yunanistan vetosu ile durdurulmuştur. Türkiye’’nin AB üyeliği önlenmiştir.
Ama halkımız fevkalade unutkandır. Bütün bunları hiç yaşamamış gibi unutmuşlardır. Çünkü tarihle hiç ilgilenmezler. Oysa, Lozan Antlaşması’’nda, Patrikhaneye ’“ekümeniklik’” iddiasından vazgeçmeyi kabul ettiği için, Türkiye’’de kalma izni verilmişti’…
Şimdi Tayyip Bey, ulufe dağıtır gibi ekümenik payesini Fener Patriği’’ne bahşetmektedir. Atalarını rahatsız etmemiş, onu da etmezmiş. İnsan sormadan edemiyor, ’“Sizin atalarınız kimler?’”
Yunanistan’’ın başlattığı ve Fener Rum Patriği Gregorius’’un tahrik ettiği Mora isyanında şehit edilen onbinlerce Müslüman Türk sizin atalarınızdan değil mi?Sadrazam Benderli Ali Paşa, Sultan İkinci Mahmut sizin atalarınızdan değil mi?Kurtuluş Savaşımız’’da, Türk Milletini arkadan hançerleyen Fener Papazını İstanbul’’dan süren ve Patrikhaneyi ’“fesat ve hıyanet ocağı’” diye nitelendiren Atatürk, sizin atalarınızdan değil mi?Gazetelere tam sayfa ilan verip, Yeşilçam figüranı gibi poz verdiğiniz, rahmetli Menderes ve Özal neden Patriğe ’“ekümenik’” payesi vermediler. Siz onlardan daha mı akıllısınız, yoksa onlar da sizin atalarınızdan değil mi?Kimler sizin atalarınız?
Tayyip Bey, içerde sarsılan itibarını, dışarıdan destek alarak sağlamlaştırmak için iki yıldır, fevkalade cüretkar bir havaya girdi. Astığı astık, kestiği kestik. Kendisine gırgır olsun diye ’“Sultanım’” diyenlere inanmış, tam gaz gidiyor.
Yunanistan ve diğer bütün komşularımızla barışa yürekten inanan bir insanım. Hele Ege’’de barış hep en büyük düşümüz olmuştur. Çok eski çağlarda Ege kıyısındaki insanlar uzun bir barış ve mutluluk içinde ’“Altın Çağı’” yaşamışlardır. Eski Mısırlılar bu bölgede yaşayanlar için ’“Denizin Yüreğinde Yaşayan İnsanlar’” demişler, İsa’’dan 400 yıl önceki Sümerliler de ’“Sahildeki Güneş Bahçesinde Yaşayan İnsanlar’” diye gıpta ile anlatmışlar Egelileri.
Sonra bu Altınçağ, bu barış ve mutluluk dönemi sona ermiş. Nasıl mı?
Sonra bu Altınçağ, bu barış ve mutluluk dönemi sona ermiş. Nasıl mı?
Bir ilkçağ tarihçisi şöyle yazıyor; ’“Günümüzden önce önemli bir tarihsel olay olmadı, Troya Savaşından önce, Hellas’’ın bir savaşa girişmiş olduğuna ait hiçbir kayıt yoktur.Sandığıma göre eskiden memleketimize Hellas da denilmiyordu’”.
Evet, Troya savaşından önce Ege barış deniziydi, belki Platon’’un Altın Çağı’’da bu barışın ürünüydü. Troya Savaşı’’nın bozduğu büyüyü iki kıyı halkları bir daha hiç yakalayamadı. Kıyının bir yakası gülerken, diğer yakası daima ağladı. Birlikte gülmeyi, birlikte ağlamayı unuttular. Ama yarattıkları uygarlıklar bir şelale gibi çağladı. Bu çağlamaya daha sonra uzak Asya’’dan dörtnala gelen bir ulus ta katıldı. Onlar da uygarlıklarını kattılar. Bu uygarlık katılımıyla daha da gürleşti şelale. Onlar da Anadolulu, Egeli oldular.
Evet, Troya savaşından önce Ege barış deniziydi, belki Platon’’un Altın Çağı’’da bu barışın ürünüydü. Troya Savaşı’’nın bozduğu büyüyü iki kıyı halkları bir daha hiç yakalayamadı. Kıyının bir yakası gülerken, diğer yakası daima ağladı. Birlikte gülmeyi, birlikte ağlamayı unuttular. Ama yarattıkları uygarlıklar bir şelale gibi çağladı. Bu çağlamaya daha sonra uzak Asya’’dan dörtnala gelen bir ulus ta katıldı. Onlar da uygarlıklarını kattılar. Bu uygarlık katılımıyla daha da gürleşti şelale. Onlar da Anadolulu, Egeli oldular.
Şimdi kıyının iki yakasında yüzyılların potasından geçmiş birbirinden sıcak, birbirinden güzel iki halk, Ege’’nin bir barış denizi olması özlemiyle yaşıyor. Bu sade insanlar barışın, dostluğun Altın Çağın kapısı olduğunu iyi biliyorlar. İki kıyının insanları o olağanüstü içgüdüleriyle bu dostluğu yakalayacaklar ve daha ötesi Yunanlı tarihçi Kitsikis’’in dediği gibi bir gün, Türk ve Yunan gençleri aynı tarih kitabını okuyacaklar. Bu tarih kitabında Osmanlı İmparatorluğu karşı kıyı halkı için ’“400 yıllık bir kölelik’” dönemi olarak değil, Ege halkının Makedonyalı Büyük İskender ve Doğu Roma İmparatorluğu’’ndan sonra yaşadıkları üçüncü büyük tarihsel imparatorluk olarak yerini alacaktır.
Fakat çağdaş emperyalistlerin bölgede güç sağlamalarına hizmet için Fener Patriğine verilecek ekümenik payesi, Ege’’ye atılmış ve kolay kolay silinmeyecek bir Bizans ateşi olacaktır.
Ayrıca Patrikhane, dünyada sürdürdüğü ’“Ortodoksluğun Evrensel Merkezi’” olma anlamındaki ’“Ekümeniklik iddiasını’” Türkiye’’de sürdürerek, ulusal hukuk sisteminin dışında bir statüye sahip olmak ve Ruhban Okulu’’nun da böyle bir özel statü ile yeniden açılmasını sağlamak peşindedir. Eğer bu özel statüye izin verilirse, bu yapı üniversite formunda hayata geçerse, devamında, uluslar arası bir mahkemede açılacak dava sonucu, YÖK İslam Üniversiteleri’’nin açılmasına da izin vermek zorundadır. Bunun bir adım sonrası ise, her tarikata, her cemaate bir üniversite açtırmak olacaktır. Tayyip Bey’’in ataları, böyle bir Türkiye’’nin hayaliyle mi yaşadılar, ne dersiniz?