Paris'ten Viyana'ya; aşk filmlerinin unutulmaz şehirleri
Beyazperdenin unutulmaz aşk filmleri, kalpleri kimi zaman ısıtan kimi zaman kıran hikayeleriyle olduğu kadar, bu hikayelerin geçtiği şehirlerle de hafızalarımıza kazınıyor. İşte, aşk filmlerinin unutulmaz şehirleri:
Paris'ten Viyana'ya; aşk filmlerinin unutulmaz şehirleri
Viyana - Before Sunrise: Bir trendeki iki yabancı olan Celine ile Jesse’nin tanışmasını ve Viyana sokaklarında gün doğana kadar dolaşıp hayat üzerine konuşmalarını anlatan film, insanda sırt çantasını alıp Avrupa’nın tren istasyonlarında kaybolma isteği yaratacak kadar romantik. Ethan Hawke ve Julie Deply’nin müthiş kimyası ve dialogların sade güzelliği bir yana, Viyana da filmi bu kadar unutulmaz kılan çok önemli bir unsur. Prater lunaparkındaki ilk öpüşmeleri, Albertina Sarayı’nın önündeki dialogları ve elbette klasik bir Viyana kafesi olan Café Sperl’deki sahne başta olmak üzere, Viyana’da Before Sunrise sahnelerinin izini sürebileceğiniz birçok mekan bulunuyor.
Barselona & Oviedo, Vicky Cristina Barcelona: Başka bir Woody Allen klasiği olan Vicky Cristina Barcelona, bu kez bizi İspanya’nın sıcacık atmosferine götürüyor. Alışılmışın dışında bir tatil, arkadaşlık ve aşk hikayesini anlatan film bizi Barcelona’nın La Sagrada Familia, Parc Güell gibi en klasik turistik noktalarından Els Quatre Gats gibi ünlü kafelerine, ardından Kuzey İspanya’ya, Oviedo şehrine götürüyor. | Kaynak: Ntv
Londra - Notting Hill: Notting Hill ve özellikle hafta sonları epey kalabalıklaşan Portobello Road, Büyük Britanya’nın başkentini ziyaret ediyorsanız mutlaka görmeniz gereken yerlerden. Mahalleyle aynı adı taşıyan Notting Hill filmi de seyahat kitapları satan bir dükkanı olan William Thacker’ın hayatının, bu dükkana dünyanın en ünlü aktrislerinden birinin girmesiyle değişmesini anlatıyor. Aşkın engel tanıyıp tanımadığını sorgulayan filmde izlediğiniz mekanları gerçek hayatta da görebilirsiniz. William’ın kitapçısı, evi, birlikte gittikleri sinema ve parkın tümü bu mahallede.
Paris - Midnight in Paris: Woody Allen’ın hayal gücünün eseri Midnight in Paris, şehri bir değil tam üç zaman diliminde birden göstererek dikkat çekiyor. Ünlü senaryo yazarı Gil ve nişanlısının, çıktıkları Paris tatilinde aslında birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını anlamasıyla başlayan hikâye, büyülü bir şekilde 1920’lerin ve 1890’ların Paris’ine kadar uzanıyor. Şehre yolu düşmüş birçok ünlü sanatçıyla tanışmanın yanı sıra, sihirli bir de aşk hikâyesi filmde ele alınıyor. Paris’ten görüntülerle açılan filmin en önemli sahnelerinden biri Gil’in 1920’lere ilk yolculuk ettiği o an. Bu basamaklar Latin Quartier bölgesindeki St. Etienne du Mont Katedrali’nin önünde bulunuyor. Gil’in izinden gitmek isterseniz St. Germain de Pres’deki, bir zamanlar ünlü yazarların kahvelerini yudumladığı kafeleri gezebilir, Seine Nehri kıyısında vakit geçirebilir, Alexandre Köprüsü’nden geçebilir ve şehrin en ünlü kitapçısı Shakespeare and Company’nin raflarını karıştırabilirsiniz.
Tokyo - Lost in Translation: Tamamen farklı bir kültürde kaybolmanın ve bu yabancı yerde biriyle tanışarak onunla özel bir bağ kurmanın naif hissini yansıtan film Lost in Translation, Tokyo’nun neon ışıklarının altındaki kalabalık sokaklarında geçiyor. Filmin atmosferini özellikle şehrin renkli mahalleleri Shinjuku ve Shibuya’da hissedebilirsiniz.