Ülke gündemindeki olaylara tamamen kayıtsız kaldığım bir haftayı geride bırakırken…
Kişisel gündemimde, hem kişisel hayatımda, hem de kent belleğinde yeri doldurulmayacak iki dostumuzun acı kaybı vardı...
Uzun yıllar Yeni Asır gazetesindeki haftalık köşe yazıları ile hoşsohbetine alışkın olduğumuz , CMS Jant Sanayii eski Genel Müdürü ve YK üyesi Şener Muter dostumuzu geçtiğimiz hafta sonsuzluğa uğurlamanın üzüntüsünü yaşarken…
Sevgili eşi, benim çok kıymetli arkadaşım, dostum, İzmir STK'larına uzun yıllar hizmet vermiş Figen Beşikçioğlu Muter de bir hafta sonra aynı günde sessizce ayrılıverdi aramızdan.
Bir hafta arayla ebediyete intikal eden bu nadide çiftin sevgili evlatlarına çok büyük dayanma gücü ve sabırlar dilerken…
Yeri doldurulmaz o güzel arkadaşlarımızın yüreğimizde yarattığı o kocaman boşluğu, birlikte yaşanan güzel anılarımızla dolduracağız bundan böyle diyorduk.
***
Dost olabilmenin / ilelebet dost kalabilmenin gereklerini çok iyi bilen bu iki müstesna insanı dualarla ebediyete uğurlarken… İçine girdiğim yoğun duygularla…
Toplumsal çürümeyi büyük bir çaresizlikle izlediğimiz bu günlerde…
Toplumun kenetlenmesini, ortak paydalarda buluşmasını sağlamak için öne çıkartılması gereken ve genç kuşaklara öğretilmesi gereken en önemli değerin 'dostluk' olduğu inancı ile…
Bizim kuşağın sahip olduğu; üretmeye ve kanaat etmeye, dayanışmaya, takdir ve teşekkür etmeye dair bütün özelliklerle vedalaşırcasına…
İnsan olma hasletlerinden; gerçek dostluğun, mütevazılığın, hoşgörünün ve koşulsuz sevginin yarattığı cümle güzelliklerle de helalleşiyordum sanki yavaş yavaş.
***
Sonra bir telefon konuşmasındaki o tatlı, o derin sohbetlerimizde buluyordum sanki ikimizi…
'Havalar da güzelleşti, bahçeye düzeni kurduk artık' diyordu Figencim tüm zarafetiyle
'Hadi bu akşam açılışı birlikte yapalım, yemeği bizde yiyelim…'
Ah… Rengarenk çiçeklerle bezenmiş o yemyeşil bahçede kurulan o
muhabbet dolu sofralar, o leziz ikramlar…
O yemeğe derinden derine eşlik eden Türk Sanat Müziği nağmeleri…
Figenciğimle, bir türlü tadına doyamadığımız Basmane'den başlayıp Karşıyaka'da biten eski İzmir sohbetleri…
Ve…
Çeşme'de devam eden bu minvaldeki o unutulmaz yaz akşamları…
Dünyanın gidişatına dair paylaşılan siyasi görüşler, günlük hayattan paylaşımlarla uzayıp giden o tatlı sohbetler…
Zor günümüzde sessizce yanımızda olan zarif halleri ile…
Ya da… Güzel günlerimize, başarı ya da mutluk haberlerimize gösterdikleri o samimi sevinçleri ile…
Bu iki vefalı dostu, bu güzel kardeşlerimizi o kıymeti büyük anılarımıza… Dualarla emanet ederken…
Yakınlardaki bir okulun bahçesinden gökyüzüne yükselen İstiklal Marşımızın o eşsiz nağmeleri…
Bu güzel Cumhuriyet kızını, bu zarif Karşıyaka hanımefendisini büyük bir özenle sonsuzluğa uğurluyordu.
***
Asırlık ağaçların kuytu gölgeliğinde yatan atalarımı da dualarla yad ederek Soğukkuyu Mezarlığı'ndan ayrılırken…
Ahmet Haşim'in; insan ömrünü ve ölümü anlatan o unutulmaz Merdiven şiirinin unutulmaz satırları dökülüyordu dudaklarımdan…
'Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman semaya bakacaksın ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…'
Diyen şairin… Satırlar arasında neler anlatmak istediğini yüreğimle ve aklımla anlamdırarak…
Kaç basamaklı olduğunu bilmediğimiz bu dünya merdivenin kaçıncı basamağında olduğumuzu da hiç bilmeden…
Usulca batmakta olan kendi güneşimi ve gelmekte olan kendi akşamımı düşünüyordum.
***
Ve… Kadim semt Soğukkuyu'nun o dar sokaklarından şehrin kalabalığına girerken…
Her şeye rağmen hayat devam ediyor diyerek, yeniden bu dünyanın çarkları arasında buluyordum kendimi…
Ve.. Dost yürekleri ile iyi günümüzde de de zor günümüzde de bizimle olan bu iki müstesna insanın…
Bu dünyada olduğu gibi cennet bahçelerinde de huzur içinde elele yürümelerini diliyordum.
Ve… Yaşanmış yıllarımızın biriktirdiği… Güneş rengi bir yığın yaprağa bakarak…
Birlikte geçirdiğimiz o güzel günlere ve cümle yaşanmışlıklara binlerce kez teşekkür ediyordum...