Ergenekon Davası'nda olan buydu!

'İzmir Askeri Casusluk' davasının ilk duruşmasıydı.

Normal bir duruşma günüydü sanıklar için, müdahiller için avukatlar için.

Adliyeye bu kafayla bu ruh haliyle gidildi.

İzmir Adliyesinin denize bakan tarafında otopark vardır. Yaklaştığımızda bir kalabalık vardı ve hoyratça bir reddedilişle karşılanıyordu insanlar.

Otoparkı kapatmıştı polisler.

Araçları uzak yerlere park ederek adliyeye girmeye çalıştık. Ancak girmek mümkün değildi. Koca adliye binasının etrafı mavi kafeslerle kapatılmıştı.

Bütün adliyenin etrafını dolaştık. Girilecek kapı yoktu. Biraz bekledikten sonra sosyal tesisler bölümüne yakın bir yerden kafesleri aralayarak sadece avukatlara geçiş izni verdiler. Geçiş izni dediysek öyle elini kolunu sallayarak değil, en az üç yerde kimlik kontrolü yapılarak, x-ray cihazlarında taranarak geçilmişti.

Bana hiç görmediğim esir kampı, nazi kampı nasıl bir şey diye sorsalar o günün sabahını söylerdim.

O günün egemenleri, FETÖ'cüler böyle uygun görmüşlerdi.

Önem atfediyorlardı. Algı operasyonuydu bu. Medyasıyla emniyetiyle adliyesiyle zalim bir diktatörlük yürütülüyordu.

Dışarıda bu kalabalık niye diye soranlara polisin casusların davası var dediğini, soranında Allah belalarının versin dediğini, ağır küfürler ettiğini, buna karşılık polisin sadece güldüğünü gözlerimle gördüm kulaklarımla işittim...

O polisler avukatlara iğrenç mahluklar gibi bakıyorlardı. Ellerinden gelse yiyecek gibiydiler. Ve eminim ki orada bir nümayiş olsa linç edilmelerine çanak bile tutarlardı.

Casusların avukatıydılar ne de olsa. Memleketi satan casusların avukatları.

Gerçi İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı yapılan ilk savunmalardan sonra, pabucun pahalı olduğunu görüp, bu casusluk davası değil, gizli belge bulundurma davası diye açıklama yaptı ama iş işten geçmişti. Dava askeri casusluk olarak ünlendi öylede kaldı.

O davada subaylar gördüm dinledim. Müthiş donanımlı, müthiş yetenekli insanlardı. İnsan onları görünce memleketine daha bir güvenesi geliyor.

En önemlisi neydi biliyor musunuz? Birbirlerini hiç satmadılar, etkin pişmanlıktan yararlanayım, itirafçı olayım, bu işten yırtayım ucuzluklarına girmediler.

Kaçmadılar her neredeyseler geldiler olmayan adaletten adalet çıkar umuduyla teslim oldular. Mahkemelere değilse de ülkelerine güvendiler.

Kaya gibi dimdik ayaktaydılar.

Memleket insanının sadece televizyonlarda bağıran, boy gösteren, her konuda ahkam kesenlerden ibaret olmadığını anlıyor insan.

17/25 Aralık'ın etkisiyle olsa da birileri yanlışı gördü. Özel mahkemeler kaldırıldı.

Dosya İzmir 5.Ağır Cezasına düştü. Mahkeme heyete gerçekten saygı duyulacak bir yargılama yaptı ve hukuk fakültelerinde ders diye okutulacak bir karar verdi.

Casuslar beraat etti!.. Yargıtay'da onayladı.

Sadece onlar mı, avukatlarda beraat etmişti. Kurtulmuşlardı casusların avukatı olmaktan.

O gün o kumpası kuran polisler savcılar ve hakimler şimdi yargılanıyorlar.

Ne demiş büyük şair. Ders alınsaydı tekerrür eder mi tarih.

Şimdilerde yargı denen tusunami 17/25 in ve 15 Temmuzun etkisiyle Fetö belasını boğmaya çalışıyor. Boğacakta elbette. Boğmalıdır da. Fakat bu öyle bir tusinami halini aldı ki, ne var ne yok alıp götürüyor.

Kurunun yanında yaşın yanması deyimi uğranılan mağduriyetlere karşılık gelmiyor artık.

Çünkü dün hakim, savcı, polis kılığındaki fetöcüler, bu gün itirafçı kılığında karşımıza çıkıyor. Gerçek fetöcüler itirafçı olarak bir taşla iki kuş vuruyor. Hem kendilerini kurtarıyorlar hem de fetöcü olmayanların isimlerini vererek asli görevlerini yerine getiriyorlar.

Tıpkı fıkrada olduğu gibi. Hani kuduz olan adam bir kağıtla kalem istemiş, vasiyet mi yapacaksın diyenlere, yok kudurunca ısıracaklarımın listesini çıkaracağım demiş ya işte öyle.

Kudurmuştular çıkardıkları listeyi okuyorlar itiraf diye.

Onun için polislere savcılara dikkat, aman dikkat diyorum.

Şimdilerde avukatlar bu tusunami önündeki iftiraya uğramışları mağdurları savunmaya çalışıyorlar.

Dün casusların avukatı diye küçümsenenler bu gün FETÖ'cülerin avukatı diye küçümseniyor hayret nidaları atılıyor.

Oysa bir kişinin FETÖ'cü olup olmadığına suçlu bulunup bulunmadığına hakim karar verir. Ondan önce herkes masumdur.

Çok fazla masum var içerde.

Masumiyet su gibidir. Zehir atılan havuza su koydukça zehirin etkisi azalır, giderek görünmez hale gelir.

Yargılama da işte böyle bir şeydir. Suçluların arasına ne kadar masum katarsanız, suçluları o kadar aklarsınız. Çok fazla kattığınızda da suyun zehiri temizlemesi etkisiz hale getirmesi gibi masumların varlığı da suçluları aklar cezasız hale getirir.

Belki de Ergenekon Davasında olan buydu.