Enginar yemeği son isteği oldu!

Bugün Pazar...

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla...

Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü...

Bir kez daha...

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım...

Bunu yaparken de...

'Atatürk'ün Sofrası' kitabının yazarı İsmet Bozdağ'ı…

Saygıyla analım...

***

Atatürk'ün sofraları ünlüydü…

Çünkü…

Gazi Paşa'nın Çankaya'daki akşam sofraları…

Dünya ve yurt sorunlarının…

Bilimin, felsefenin, sanatın…

Türkiye'nin geleceğinin…

Sabahlara kadar tartışıldığı bir okuldu!

***

Bunları neden yazıyorum?

Gazi için, 2020 Türkiyesi'nde hala…

'İçki sofralarında gününü gün etti!' diyenlerin…

Yüzü kızarsın, diye…

***

Neyse, ben yazmaya devam edeyim…

Siz gözlerinizin önüne getirmeye çalışın…

***

Atatürk'ün akşam sofraları, başlı başına olaydı…

O masada her akşam…

Düşünürler, yazarlar, sanatkarlar, bilim insanlarının yanı sıra…

Siyasetçiler, diplomatlar ve yakın dostları yer alırdı…

Sofrayı şef garson İbrahim Ergüven hazırlardı…

Şef'in yaptığı iş çok zordu!

Çünkü…

Atatürk sofra düzeni konusunda müthiş titizdi…

Her şeyin çok muntazam olmasını isterdi…

Masadaki tabaklarda veya çatal/bıçaklarda…

En ufak bir çarpıklık olursa bizzat düzeltir; sonra sofraya otururdu…

***

Yemek masasının bir kenarına…

Mutlaka bir kara tahta yerleştirilirdi…

Bazı konuklar düşüncelerini bu kara tahtanın önünde…

Tebeşirle yazarak/çizerek anlatırlardı…

Ayrıca her tabağın yanına bir not defteriyle kalem konurdu…

Falih Rıfkı Atay…

Bu sofraların ana fikrini çok güzel anlatır:

'Bu, bir içki ve cümbüş sofrası değildi… Dostları hatta düşmanlarıyla sohbet ve tartışma meclisiydi… Devrimler konuşulurken hiç içmezdi…'

***

Çankaya'daki akşam sofrası…

Atatürk'ün, hoş geldin seslenişi ve…

Kadehini kaldırmasıyla başlardı…

En sevdiği içki…

Meşe fıçıda hafif sararıncaya kadar dinlendirilmiş rakıydı…

Bu rakı, O'nun için özel olarak damıtılırdı…

Rakı'yı yudum yudum, keyfini çıkara çıkara içerdi…

Sofranın olmazsa olmazı fırınlanmış sarı leblebiydi…

Yoğurt, limonlu fava ve zeytinyağlı kuşkonmaz hiç eksik olmazdı…

***

Burada bi'parantez açalım; çünkü önemli…

Mesela…

Hastalığının ilerlediği bir dönemde…

Doktorlarından enginar'ın karaciğere iyi geldiğini öğrendi…

Hemen zeytinyağlı hazırlanmasını istedi…

Ekim ayının son haftasıydı…

Kılıç Ali'ye 'Neden bana enginar yaptırmıyorsunuz?' diye sordu…

Mevsim kıştı…

Bugünkü gibi soğuk hava depoları filan da yoktu…

Yine de…

Çankaya'dan, Hataylı üreticilere…

Telefonla 'Acele enginar gönderin!' haberi uçuruldu…

Heyhat!

Sipariş enginar, ne yazık ki…

Gazi'nin vefatından sonra İstanbul'a ulaştı…

Bırakın afiyetle yemeyi…

Enginar'ı tatmak bile nasıp olmadı Atatürk'e…

***

O enginar yemeği var ya…

Atatürk'ün içten arzu ederek sipariş ettiği ilk ve son yemekti…

***

Önemli bir ayrıntı daha…

Atatürk, sofrasında özellikle bi'konuda çok hassastı…

Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkmış…

Yoksul bir milletin evladı olduğunu hiç unutmadı…

Bu nedenle…

Ata'nın akşam sofralarında daha çok…

Sebze ağırlıklı yemekler bulunurdu…

Kırmızı et ve tavuk ara sıra menüye eklenirdi…

Milletinin yiyemediği et yemeklerini…

Asla kendi sofrasında bulundurmadı…

***

Bitiriyoruz…

Anlatmaya çalıştığımız o sofra…

Genellikle gecenin ilerleyen saatlerinde son bulurdu…

Tartışmalar yoğun olursa…

Bazen günün ilk ışıklarına kadar sürerdi…

Veda zamanı geldiğinde…

O dakikalar için…

Atatürk'ün sofradaki dostlarına…

Şöyle seslendiği iddia edilir:

'Arkadaşlar, hükümet uyandı; hadi biz artık yatalım…'

Nokta…

Sonsöz: 'Çok sevdiği kuru fasulyeyi iki dilim ekmekle bitirir; ekmekleri de mutlaka ayrana batırarak yerdi… / İsmet Bozdağ…'