En az iki centilmen olmayınca…

Hayatımızda yazılı olmayan anlaşmalar vardır, güven üstüne kuruludur veya verilmiş bir söze bağlıdır. Bu anlaşmalar bozulması kolay anlaşmalardır; yeter ki niyetiniz bozuk olsun. Karşınızdaki insan centilmenlikten nasibini almamış biriyse, aldatılmak kaçınılmaz sondur.
Centilmen anlaşması yapmak için en az iki centilmen gerekir. Basit bir kural. Fakat diğer kişi bunun farkında olamayacak kadar ahlak ve akıl fukarası bir kurnaz ise, yapacak bir şey yoktur. Centilmenliği saflık zanneden kurnaz kişi, bu durumdan yararlanmayı tercih eder.
Bu ülkede kimselerin kural tanımadığı bir gerçektir. Ha keza, kuralsız yaşayanların kazançlı çıktığı da… Çevremde insanların maddi çıkarları için nasıl değiştiklerine, nasıl küçüldüklerine tanık olmaktan ben sıkıldım ama onlar küçülmekten hiç sıkılmadılar.
Küçük insanların küçük hesapları çorbanızdan çıkan kıl gibidir ve bu küçük insanlardan her metre kareye en az bir tane düştüğünden her an mideniz kalkabilir.
İnsanın bayağılık karşısında sessizleşmesi belki de tepkilerin en anlamlısıdır. Gelin görün ki bu sessizlik, içi dış olmuş satıh insanın sevdiği bir durumdur. İnsanın değerinden bihaber olduğundan, sessizliğin bayağılığını örtmesini bekler. Yüzsüzlük ve arsızlıktan beslendiğinden, dip kaygısı yoktur, sonsuzca yuvarlanabilir…
Nezaketi, zarafeti, centilmenliği 'monşerlik' olarak adlandıran hoyratlığın ülkeyi yönettiği koşullar durduk yerde ortaya çıkmadı. Atatürkçüler iyi şeyler yapıyordu da islamcılar iktidara gelip bozmuş değiller. Bu topraklarda, bu insanlarla bu kadar oluyor.
Yaya geçitlerinde, türbanlılar ve kısa etekliler omuz omuza kural tanımadan geçiyorlar. Rüşvet alıp verirken kimse kimseye laik mi, islamcı mı olduğunu sormuyor. AVM denen tüketim mabetlerinde laikler ve islamcılar, Türkler ve Kürtler hepsi yan yana saf tutuyor. Hepsi de aynı şeyleri tüketiyor, hepsi de aynı gösterinin parçası ve hepsi de birbirinin çukurunu kazıyor.
Neredeyse herkes birbirinden nefret eder hale gelmişse, centilmenliği, entelektüel birikimi ve toplum elitini ayaklar altına alan anlayışı sorgulamak gerekir.
İnsanlık durumu vasat altında seyreden toplumda, insanın pek değeri olmuyor. Bunu yaşadığımız gündelik hayattan da biliyoruz; sosyal yaşam insan odaklı değil. Tek kural var; altta kalanın canı çıksın. Bu cangılda insanlardan centilmence davranışlar beklemek elbet de tuhaf oluyor; Ne var ki, batı uygarlığının parçası gibi davranmaları, eğitimli ve kültürlü gibi durmaları, bilime inanıyor gibi yapmaları, batı uygarlığının geliştirdiği teknolojileri kendileri bulmuş gibi kullanmaları, batılı gibi giyinip kuşanmaları, çağdaşlığı kendilerine yakıştırmaları çok daha tuhaf oluyor.
Kendisini değersizleştiren insan için hayat neden ibaret kalmış olabilir? Bu kritik sorunun yanıtını aramaya cesaretimiz yoksa, kendimizi yalanlarla avutmaya devam edeceğiz.
Şimdiki halde, insanlık durumumuz vasat altı… Centilmence ilişkiler dört yapraklı yonca gibi… Güvenmek istediğiniz insanların bile dört işlemci olduğunu görmek çok umut kırıcı.
Kendi elitini ayaklar altına alan, centilmenliği aşağılayan, nezaketi saflık zanneden, entelektüeliyle dalga geçen bu toplumda, Cumhuriyet Aydınlanması kimi aydınlattı, ben anlayabilmiş değilim.