Ego Detoksu

Müzik Önerisi: Who wants To Live Forever - Queen

Memleketimden uzak başka diyarları arşınlarken, Einstein’ın belki de ego için söylenen en doğru sözü aklıma geldi.

Ne kadar çok bilgi o kadar düşük ego!

Ne kadar az bilgi o kadar yüksek ego…

Dünyanın kaç bucak olduğunu gerçekten kavrayabilseydik eğer, kendimizi bu kadar önemsiyor olur muyduk?

Geçen hafta sonu Metropolitan Müzesi’nde tamamladım 25 bin adımımı. Ve Dünya hakkında ne kadar az bilgiye sahip olduğumuzu düşündüm. Kendi tarihimiz dışında -ki onu da tam olarak anladığımızı sanmıyorum- Anadolu dışında hüküm sürmüş diğer medeniyetleri ne kadar tanıyoruz?

Bölümden bölüme geçerken aklımda sürekli aynı soru.

“Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?”

Her ikisi de egodan uzak tutmaz mı eninde sonunda?

Ya da her bilgiyi gerçekten anlayarak özümseyerek hayatına geçirerek bilginin değerini idrak ederek egonun hakkından gelinemez mi?

Benim fikrim gezerken okuyan en iyisini bilir. Göz çabuk öğrenir ve okuduklarıyla beslenir. Okuduğun aklında kalır ve görsellerle zihnine kazırsın. Bir de üzerine o dönemde yaşananları, duyguları da kendi hayatınla bağdaştırabiliyorsan tarihten dersler çıkarabiliyorsan ala.

İnsanın çekileceği en güzel yer kendi içidir eğer kendini güzel beslemişse işte kendi içimde yolculuklarıma devam ediyorum Metropolitan sonrası.

İnsanlık sekiz on bin yıl önce yaşamış hanedanlıkları mezarlarında bile rahat bırakmamış. Mumyalar, mal varlıkları, taraklar, saç peruklar, yedikleri içtikleri kaseler kısacık ömürlerinde yaşadıkları dünya bir camekana sığdırılmış meraklı milyonlarca kişi tarafından izleniyor.

Mumyanın yüz çizgilerine dikkatlice bakarken kendimi mumyanın kendisi gibi hissettim bir an. Bu dünyadan göçmüş gitmiş bir cansızla eşledim sanki kendimi. O ana hapsoldum uzun kısacık bir süre.

Bunca çaba ne için?

Yaşam ile ölüm arasındaki o iki nokta bu kadar birbirine yakınsa ve sahip oldukların gerçekten bir gün kamu varlığına dönüşüp iznin bile olmadan asırlar sonra sergileniyorsa gerçekte kim olmak istiyorsun sen?

Bu dünyada nasıl bir iz bırakmak istiyorsun? Nasıl hatırlanmak istiyorsun?

Sorular zor, cevapları zamanla…

O dönemin Mısır’ında kadınların değerini anlamak için heykellere bakmak yeterli. Heykellerde krallar hep eşleri ile birlikte yan yana omuz omuza. Kadın figürleri hep gülümsüyor, müşfik kapsayıcı özgüven yüksek mutlu. Tarih öncesi hayattan galerileri gezerken kadın figürleri hep dikkatimi çekti. Bu kitlelere bir mesaj mı, yoksa gerçekten hayatın içinden samimi içten verilmiş pozların taş heykellere yansıması mı?

Bu sorunun cevabını Orta Çağ Avrupası ressamlarının sergilendiği büyük holde buluyorum. Evet dönemin etkileri sanata direkt yansıyor. Rönesans öncesinde Orta Çağ’ın karanlığında çizilen onca tablo eziyet, işkence, ölüm, gözyaşı ve kandan ibaret. Orta Çağ Avrupasının karanlığı tüm portrelerin fırça vuruşlarına kaydedilmiş adeta. Bu sefer o karanlık loş ortamların iç karartıcı silüetlerinde buluyorum kendimi…Dönemin dinsel ağırlığı gözlerdeki gerginlik ve korku hemen ruh halimi aşağıya çekiyor. Kendimi bir engizisyon mahkemesinde hissediyorum. Galeriden kendimi dışarıya atmak için uğraşıyorum ama Ortaçağın karanlık dehlizlerinde kayboluyorum. Tüm portrelerdeki gözler üzerimde “buradan çıkış yok sana” der gibi bakıyor ve gerginliğimden korkularımdan besleniyorlar. Gizli bir Ego Savaşı içindeyim. Dudaklarına mühürledikleri alaycı gülümsemeler beni daha da çıkmaza sürüklüyor.

Derin nefes alıyorum. İçimdeki pusula beni aydınlığa çıkaracak. Gözlerimi yavaşça aralıyorum ve yeşil çıkış yazısını görüyorum. Karanlığı arkamda bırakıp kendimden emin adımlarla Müzenin holüne kendi zamanıma geri dönüyorum.

Sonrasında Çinden Afrika’ya İran’dan Japonya’ya Latin Amerika’dan Amerikan yerlilerine zamanlar arasında gezimi tamamlıyorum.

Dünyanın Tarihinde kıtalararası, kültürden kültüre, medeniyetten krallıklara kavimlerden kiliselere saraylardan bahçelere seyahatim kolumdaki kadrana göre yaklaşık yedi saat sürmüş.

Yorgunum.

Bedensel yorgunluğum 25bin adım. Ama zihinsel yorgunluğum 25 yüzyıl…

Tam çıkışta bir boy aynasıyla karşı karşıya geliyorum. Aynaya kalın harflerle yazılmış bir yazı gözüme yüzüme benliğime ruhuma çarpıyor. Gerçekliğimi bir kez daha baştan aşağı sarsıyor.

Aynanın üzerinde şu yazıyor:

Her şey bir gün elinizden alınacak

Her şey bir gün elimizden alınacak…

Ego Detoksu bu. Sıfırlandım ben yine tarihte sanatın eşliğinde…