Dünya yalan üstünde duruyor

Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız. 'N. Hikmet'
Geçtiğimiz günlerde, 'Siyaset yalanları' başlıklı bir yazı yazmıştım. Ve siyasetten yalanı çekip almak mümkün olsa, siyasetçi sudan çıkmış balığa döner, demiştim. Fakat böyle söylemekle siyasetçiye biraz haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Dünya yalan üstünde dururken salt siyasetçiyi 'günah keçisi' gibi görmek pek adil olmadı.
Kendime şu soruyu sordum; Eğer insan yaşamından yalanı çekip almak mümkün olsaydı, hayatımızda neler değişirdi?
Bir kere, her türlü bayağılığa ve ucuzluğa karşı bağışıklık kazanmış bünyelerimiz hızla çökerdi. Altından kalkamayacağımız vicdani hesaplaşmalar başlardı. Orta yerde çıplak kalmış insan gibi, neresini örteceğini bilemez halde debelenir dururduk. Yalandan ibaret kalmış söz biter, ses susardı.
Evet, söz yalan oldu, dil yalan söylüyor. İdeolojinin paradigması olan dil, tıpkı ideoloji gibi, yanılsamayı ifade ediyor. Dil, doğrudan ve kendiliğinden olanı dolaylıyor.
Dilbilimci E. H. Sturtevant'a göre, her türlü niyet ve duygu, mimik, bakış veya ses tarafından irade dışında ifade edildiği için, dil gibi iradi bir iletişim, yalan söyleme veya aldatma amacıyla yaratılmış olmalıdır.
George Steiner şöyle diyor; 'İnsan konuşması, açığa çıkardığından çok daha fazla şeyi gizler; tanımladığından çok daha fazla şeyi muğlaklaştırır; ilişkilendirdiğinden çok daha fazla şeyi birbirinden koparır.'
Dünyanın yalan üstünde durması, insanlığın yaptığı bir seçimle mümkün olmuştur. Varlığına bir anlam veremeyen insan tanrılara müracaat edince, gerçekle ilişkisini de zihninde canlandırdığı tanrısal güç ile dolaylamıştır. Görünmez güç önünde eğilmeyi öğrenen insan, o gün bugündür dizleri üstünde; otorite önünde eğiliyor, güç önünde eğiliyor, muktedirlerin önünde eğiliyor…
İnsan, kendisine ezeli ve ebedi biatı öğreten ilk büyük yalandan sonra, bir daha yitik gerçeklikle yüz yüze gelmemek üzere yolunu çizdi; Ve buna 'uygarlık' dedi.
Sistem içinde varolmak, uygarlığın gereğidir. Uygarlığı sorgulamadan sistemle hesaplaşmak olası değilken sisteme muhalefet etmek, gene sistemin arzuladığı bir durumdur. Dolayısıyla, her karşı duruşu sisteme muhalefet gibi algılıyor olmakla birlikte, insan, tam da sistemin istediği şeyi yapıyor.
Dünyayı yönetenler, göklerden aldıkları ilhamla yeryüzüne çeki düzen veriyor. İnsanlık, görünmez ve ulaşılmaz olanın kendisi üzerinde kurduğu iktidarın müptelasıdır. Bu yüzden, cennetten kovularak zamana yenik düşen insan, zamanı yönetenlerin kulu kölesi oldu.
Zamanın ve dilin tahakkümü altında gerçekle olan bütün bağını yitiren insan, yalan üstüne kurulu bir değerler sistemine bağlandı. Bu bağlanışla birlikte yalan olağanlaştı ve yaşamın kendisi gibi algılanmaya başladı.
En büyük yalanlar, eşitlik, özgürlük, adalet, insan hakları üstüne söyleniyor. En büyük haksızlıklar tanrı adıyla yapılıyor. Ve bu haksızlıklar yalanla örtülüyor.
İster Tanrı buyruğu, ister insanlık durumunun gereği olarak söylenmiş olsun, insana;
'Öldürmeyeceksin!' dendi, öldürüyor… Çalmayacaksın!' dendi, çalıyor… Yalan söylemeyeceksin!' dendi, yalan söylüyor…
Öldürüyor ama saklıyor… Çalıyor ama saklıyor… Yalan söylüyor ama saklıyor…
Dünya bu büyük yalanın üstünde duruyor. Devletler, milletler, sınırlar, bu büyük yalanın üstünde yükseliyor. Dünyayı yöneten muktedirler bu büyük yalanın hamiliğini yapıyor.
Hadi bakalım, yüreğiniz yetiyorsa bitirin yalanı…