Hukukun genel kuralıdır. Bir kişi, hakkında mahkeme tarafından karar verilinceye ve bu karar kesinleşinceye kadar 'suçlu' sayılamaz..
Ayrıca, suç işlediği iddiasıyla tutuklanan veya cezası kesinleşerek 'hüküm' giyen kişilerin de can güvenliği devlete aittir. Bu genel kuralın teminatı da sorumlusu da ülkeyi ve devleti yöneten 'Siyasi İradedir.'
Ayrıca, suç işlediği iddiasıyla tutuklanan veya cezası kesinleşerek 'hüküm' giyen kişilerin de can güvenliği devlete aittir. Bu genel kuralın teminatı da sorumlusu da ülkeyi ve devleti yöneten 'Siyasi İradedir.'
Dün, Odatv davası sebebiyle tutuklanan MİT mensubu Kaşif Kozinoğlu'nun cezaevinde kalp krizi(!) geçirerek vefat ettiğini öğrendik.
MİT Dış Organizasyonlar Daire Başkanlığı yapmış, Subaylığı sırasında 'Bordo Berelilerin' kurulmasını tamamlamış biri. Kendisini hiç tanımam, fakat tam da mahkemesine çıkmasına bir hafta kalmış 'eğitilmiş beynin ve eğitilmiş vücudun' bu yaşta kalp krizi geçirmesi ve Adalet Bakanlığının 'aşırı yapılan spor' sonucu kalp krizi geçirdi, açıklaması bana oldukça garip geldi…
MİT Dış Organizasyonlar Daire Başkanlığı yapmış, Subaylığı sırasında 'Bordo Berelilerin' kurulmasını tamamlamış biri. Kendisini hiç tanımam, fakat tam da mahkemesine çıkmasına bir hafta kalmış 'eğitilmiş beynin ve eğitilmiş vücudun' bu yaşta kalp krizi geçirmesi ve Adalet Bakanlığının 'aşırı yapılan spor' sonucu kalp krizi geçirdi, açıklaması bana oldukça garip geldi…
Bu andan sonra, daha önce 'Ergenekon Terör Örgütünün' kasası olarak gösterilip, cezaevinde hayatını kaybeden ve cenazesi 'Belediye' tarafından kaldırılan zavallı Kuddusi Okkır için ne yapıldı ise o yapılacaktır. Önce sıradan bir araştırma yapılacak, AKP İktidarı tarafından teslim alınan
'Adli Tabiplik Kurumu' tarafından ölüm sebebini belirten bir rapor verilecek ve olay örtülüp gidecektir. Özellikle Mehmet Haberal için 'Sağlık sebebiyle cezaevinde kalamaz' raporu veren doktorların tutuklanmasından sonra başka ne beklenebilir ki?
'Adli Tabiplik Kurumu' tarafından ölüm sebebini belirten bir rapor verilecek ve olay örtülüp gidecektir. Özellikle Mehmet Haberal için 'Sağlık sebebiyle cezaevinde kalamaz' raporu veren doktorların tutuklanmasından sonra başka ne beklenebilir ki?
Pazar günü Erciş ve Van'ı ziyaret eden Başbakan Erdoğan'ı izledim. Kapkara gözlüklü, kara pardösülü ellerinde son model otomatik silahlar bulunan yüzlerce korumanın oluşturduğu etten duvarın arasından insanlarımızla konuşmaya çalışıyordu. Sonra, Başbakanlık Otobüsünün üstünden Ercişlilere seslendi…
Konuşmasının sonuna doğru, 'Ben Palavracı Genel Başkanlardan değilim, ben palavracı Başbakanlardan değilim' diye, çirkin ifadeler kullandı.
Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz 1950 yılından bu yana hiçbir Başbakan, kendisinden evvel görevde bulunan Başbakanları 'Palavracı' olarak suçlamadı ve onlara bu denli hakaret etmedi !...
Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz 1950 yılından bu yana hiçbir Başbakan, kendisinden evvel görevde bulunan Başbakanları 'Palavracı' olarak suçlamadı ve onlara bu denli hakaret etmedi !...
Türk Milleti, Başbakan Erdoğan'ın üslubunu şaşkınlıkla dinlemeye devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı mı konuşuyor, yoksa Kasımpaşa bitirimhanelerinden fırlamış bir kabadayı mı konuşuyor, ayırt etmek mümkün değil !...
Çoğu, hakkın rahmetine kavuşmuş, Erdoğan'a cevap veremeyecek durumda olan insanlara hakaret etmek, bir Başbakan'a ne kazandırır, doğrusu çok merak ediyorum.
Başbakan Erdoğan'ın kendi tabiriyle 'Palavracı' olup olmadığına gelince, önce palavracılıktan ne anlamamız gerektiğini bilmemiz gerek. Bir kişi, herhangi bir konuda gerçeğe aykırı,yalan, uydurma konuşuyorsa o kişi palavracıdır.
Ben şimdi sizlere kamuoyu ve basın önünde söylenen ve tekzip edilmeyen sözlerden birkaç örnek vereyim, sizler o kişinin palavracı olup olmadığına karar verin;
*Sabah 09.30- Ben Sami Ofer'le hiç görüşmedim.
-Akşam 18.00- Ben Ofer'le birkaç defa görüştüm…
*Ben Ekrem Tosun' tanımam bilmem. Ne kanımda ne de nesebimde hiç tanıdığım, bildiğim biri değildir.
-Ekrem Tosun; Cihan Kamer ve Başbakan Erdoğan'ın çocuklarının müşterek işlerini yöneten Mali Müşavirleridir. Defalarca Başbakan'ın İstanbul'daki Villasına girmiştir.(K.Kılıçdaroğlu)
*Biz Terörist başı ile görüşmüyoruz. Bizim görüştüğümüzü söyleyenler alçaktırlar, şerefsizdirler…
-Zamanın Başbakan Müsteşar Yardımcısının, 'Başbakan adına' Terörist başı ile görüştüğü açığa çıktı.
*Nato'nun Libya'da ne işi var? Biz buna izin vermeyiz..
-Biz Nato güçlerine destek veriyoruz. Libya'ya kurşun sıkan el biz olmayacağız.(sıkanı koruyacağız)
*Nato'nun ülkemize yerleştireceği Füze Kalkanına ancak, kumandası bizde olursa izin veririz, yoksa vermeyiz.
-Biz de kumanda düğmesinin Nato'da olmasını istemiştik…
*Sabah 09.30- Ben Sami Ofer'le hiç görüşmedim.
-Akşam 18.00- Ben Ofer'le birkaç defa görüştüm…
*Ben Ekrem Tosun' tanımam bilmem. Ne kanımda ne de nesebimde hiç tanıdığım, bildiğim biri değildir.
-Ekrem Tosun; Cihan Kamer ve Başbakan Erdoğan'ın çocuklarının müşterek işlerini yöneten Mali Müşavirleridir. Defalarca Başbakan'ın İstanbul'daki Villasına girmiştir.(K.Kılıçdaroğlu)
*Biz Terörist başı ile görüşmüyoruz. Bizim görüştüğümüzü söyleyenler alçaktırlar, şerefsizdirler…
-Zamanın Başbakan Müsteşar Yardımcısının, 'Başbakan adına' Terörist başı ile görüştüğü açığa çıktı.
*Nato'nun Libya'da ne işi var? Biz buna izin vermeyiz..
-Biz Nato güçlerine destek veriyoruz. Libya'ya kurşun sıkan el biz olmayacağız.(sıkanı koruyacağız)
*Nato'nun ülkemize yerleştireceği Füze Kalkanına ancak, kumandası bizde olursa izin veririz, yoksa vermeyiz.
-Biz de kumanda düğmesinin Nato'da olmasını istemiştik…
Bu sözlerden yüzlercesini yazmak mümkün, çünkü arşivler bu sözlerle o kadar dolu ki, seçmekten sıkılırsınız.
Türkiye gibi güçlü ve büyük bir ülkeyi yönetecek kişi elbette ki dürüst ve doğru olmalı, hep doğruları söylemeli. Ancak hemen bunun yanında T.C Başbakanı hem hesap verebilir olmalı, hem de hesap sorabilir olmalı.
Daha geçen hafta yaşadığımız olay, her hangi bir demokratik ülkede olsaydı, örneğin bizim insanlarımıza yardım için gelen ve depremde enkaz altında kalarak hayatını kaybeden doktorun ülkesi Japonya'da olsaydı, sorumlu siyasetçiler ne olurdu, hiç düşündünüz mü?..
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Van Valisi; 'Ön kontrolleri yapılan ve oturulabilir denen evlere girin. Korkmayın, Van'da bir daha deprem olmaz' demediler mi?
Şehir merkezindeki otellerin çalışmasına izin verilmedi mi?
Peki, bu söylenenlere inanıp evlerine ve otellere giren 40 vatandaşımız, ölmedi mi?
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Van Valisi; 'Ön kontrolleri yapılan ve oturulabilir denen evlere girin. Korkmayın, Van'da bir daha deprem olmaz' demediler mi?
Şehir merkezindeki otellerin çalışmasına izin verilmedi mi?
Peki, bu söylenenlere inanıp evlerine ve otellere giren 40 vatandaşımız, ölmedi mi?
Tıpkı bu canlar gibi, cezaevlerinde ölen ve Mehmet Haberal gibi, Profesör Hilmioğlu gibi, Doğan Yurdakul gibi sağlıkları son derece bozuk olanların canları bu devlete emanet edilmiş canlar değil mi? Deniz Fenercilerin ki can da,
bu insanların ki can değil mi?
bu insanların ki can değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti Başbakan'ının öncelikli görevi, kendisine emanet edilen canlara sahip çıkmak, can kayıpları olursa sorumluları adalete intikal ettirmek olmalıdır, bu suçları görmezden gelmek ve geçmişteki Başbakanlara hakaret etmek değil…
Herkes sık sık aynaya bakmalı ve kendi ile yüzleşmelidir…