Derya'dan damlalar (1)

Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz 1950 yılından bu yana tam 60 yıl geçti. İnsan ömrü için oldukça uzun bir zaman dilimi. Ancak devletler için çok kısa bir süre.
Türkiye’’nin geçmiş 60 senesine mühendis olarak, yönetici olarak, siyasetçi olarak, devlet adamı olarak imzasını atmış 9.Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel’’den Muğla Üniversitesi Mühendislik Bölümünün açılışında yaptığı konuşma ve Enerji konusunda verdiği Konferans’’ın bir nüshası geldi. Kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.
Sn Demirel; ’“Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de enerjinin varlığı, sürekliliği, kalitesi ve fiyatı önümüzdeki yılların en önemli sorunu olacaktır. Nüfus, yoksulluk, iklim ve çevre ile yakın ilişkileri, yeni sorunlar çıkaracaktır. Devlet hayatında hizmette bulunduğum yıllar da dahil, geçen 60 senede, bu konu üzerinde hep durdum, durmaya da devam ediyorum.
Türkiye, fosil kaynakları bakımından fakir bir ülkedir. Enerjide, geniş çapta dışa bağımlıdır. Yenilenebilir kaynaklar konusunda araştırma yapmaya, mevcut imkanlarını en geniş şekilde kullanmaya mecburdur. Gerek üniversitelerimizde, gerekse iş çevrelerimizde bu konuya gösterilen ilgi ümit vericidir.
%7 Kalkınma Hızını sağlayacak kadar enerji üretmeye ve kullanmaya mecburuz’” diyor.
Nereden nereye geldiğimizi teknik olarak anlamaya gayret edelim. Özellikle gençlerin, ülkenin her tarafına yayılmış eserlerin ne zorluklarla yapıldığını, 3-5 yıllık geliri karşılığında AKP İktidarı tarafından nasıl eşe dosta, akrabaya damat’’a ve yandaşlara peşkeş çekildiğini anlamalarını özellikle çok önemsiyorum.
Genç arkadaşlarımdan beni bağışlamalarını rica ederek basit bir örnekle, büyük bir yatırımın zorluklarını açıklamak istiyorum. Normal geliri olan bir aile, ömür boyu çalışarak ancak bir eve sahip olabiliyor. Dile kolay, bir ömür boyu çalışma ve karşılığında bir ev’… Bir ev yapabilmenin zorluğu ile kocaman bir ülkeyi eserlerle donatmanın güçlüğünü karşılaştırmak sanırım bizi doğruya götürecektir.
Ayrıca Türkiye, bu eserleri yaparken, kalkınma gayreti içinde çırpınırken, hangi badireleri atlattı?Bu kadar dert ve bela herhangi bir Avrupa ülkesinin başına, bu kadarlık bir zaman diliminde gelseydi, acaba o ülke bugün var olmasını ve iddiasını sürdürebilir miydi?
Cumhuriyet dönemi başından itibaren;
Osmanlı İmparatorluğunun kalan tüm borçları son kuruşuna kadar ödendi. 2. Dünya Savaşının tüm olumsuzlukları yaşandı. 3 Askeri Darbe yaşandı ve yetişmiş siyaset adamlarımız ot biçer gibi biçildi. Bu olaylar, aydınlarımızın siyasetten soğumalarına, uzak durmalarına ve siyasette kalitenin düşmesine sebep oldu. Dış güçlerin kışkırtması ve desteğiyle Cumhuriyet kurulduktan sonra T.C Devletine karşı 28 Bölücü silahlı ayaklanma oldu. 12 Eylül öncesi çıkan olaylarda 5 bin gencimizi yitirdik. 1974 Kıbrıs çıkartması sonucu, Türkiye’’ye uygulanan ekonomik ambargo tüm yatırım programımızı erteledi. 1. Körfez savaşı ve 500 bin Iraklı Kürdün Türkiye’’ye kaçması, Türkiye tarafından ağırlanması ve2003’’te ABD’’nin Irak’’ı işgal etmesi bize çok büyük bedeller ödetti. 1984 yılından beri başımızın belası olan, dış destekli PKK terörü 40 bin canımızı aldığı gibi, bizi en az 300 Milyar Dolar ekonomik kayba uğrattı, hala devam ediyor.
Ayrıca, Cumhuriyet Devrimlerine karşı daha ilk günden beri sistemli olarak çalışan ’“karşı devrimciler’” kutsal dinimiz İslamı siyasette kullanarak, Türkiye’’nin çağdaşlaşmasını engellemeye çalıştılar. Siyasal islamın militanlarının devlete yerleştirilmesi, Cumhuriyetin temel değerlerinin tehlikeye düşmesi, ve bu ihanetin Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmesi, kalkınmaya harcayacağımız Ulusal enerjimizi bunlarla uğraşmaya yani boşa harcamamıza neden oldu.
1923’’te Türkiye’’nin bir tane üniversitesi yok. Mevcut Darülfünun 1933’’te üniversiteye çevriliyor. Darülfünun, fen okunan okuldur. Üniversite ise uygarlığa açılan penceredir, uygarlığın gelişmenin baş kapısıdır. 1950’’de Türkiye’’nin; İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve 1944’’te Üniversiteye çevrilmiş İstanbul Teknik Üniversitesi var, hepsi bu. 1960’’ta bunlara İzmir Ege, Erzurum Atatürk, Trabzon Karadeniz, Ankara Ortadoğu Üniversiteleri ilave edildi. Daha sonra Türkiye 1967 yılından itibaren Üniversite açacak duruma geldi ve 2000’’li yıllara geldiğimizde 84 Üniversitemiz vardı.
Türkiye 1960 yılından bu yana 60 bin kilometre asfalt yol, 237 bin kilometre köy yolu yapmıştır. Türkiye, 1960’’dan bu yana 15 milyon ev yapmıştır. 1000’’e yakın gölet 400 adet baraj yapmış ve ülkenin her tarafına elektrik götürmüştür. 50 milyon toprağı sulayacak kanallar ve 25 bin fabrika yapmıştır Türkiye.
Bunları yapanlar bu ülkenin insanları, mühendisleri, işçileri, müteşebbisleri ve siyasetçileridir. Yapılanları yeterli bulmamak kişinin kendi düşüncesi olabilir ve saygıdeğerdir.
Söylemek istediğim; Türkiye tüm bunları, başındaki dertlere rağmen, bölgesinde bir güven unsuru olmaya devam ederek, Atatürk’’ün kurduğu Laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin verdiği huzur ortamında gelişerek yapmıştır.
Şimdi geldiğimiz noktada; 1995 yılında kendisi Refah Partisi milletvekili iken, yabancı basına verdiği ve bugüne kadar yalanlamadığı demecinde, ’“Laik devlet düzenin sonu gelmiştir’” diyen bir Cumhurbaşkanı, ’“Demokrasi benim için araçtır, amaç değil’” diyen bir Başbakan, kendi hükümeti ve bir kısım yargı tarafından saldırıya uğramış bir TSK, kendi maddi çıkarlarını ülke çıkarlarının üstünde tutan, yalakalıkta oskara aday bir zavallı medya ile karşı karşıyayız.
Bu bir yol kazasıdır. Türkiye’’yi sevenler ve vatan bilenler, bu aziz ülke için çalışırlarken, ’“karşı devrimciler’” her partinin içine sızmış, dış güçlerin yönlendirmesiyle de iktidara gelmişlerdir. Bu ’“İslam cumhuriyeti özentisi’” iktidar, demokratik yolla, uygar bir şekilde, Türk Milletinin kararıyla ilk seçimde ülkemizin başından atılacaktır. Türk insanı, Cumhuriyetin kendisine verdiği kazanımlarıyla, en basitinden, üniversitelerinde okuyan 2,5 Milyon genciyle, bu karşı devrimi de alt etmeyi başaracaktır.
Şimdilik yapılması gereken tek şey vardır;
12 Eylül referandumunda AKP tek başına hazırladığı, yargının bağımsızlığını bitirecek ve yargıyı iktidarın kulu kölesi yapacak anayasayı, ’“Hayır’” oylarımızla hazırlayanların kafasına geçirmek. Adım adım yürünecek ve başarı mutlaka kazanılacaktır.
Önümüzdeki günlerde, Sayın Demirel’’in tecrübelerinden ’“enerji’” damlalarıyla devam edeceğiz.
Not: Allah insanın aklını almasın. Kendisini insan olarak ve rahmetli Adnan Menderes’’in emaneti olarak çok sevdiğimiz Aydın Bey, yine konuşup bizleri üzdü. Bizleri üzmesi bir yana, rahmetli babasının ruhuna da azap verdiğini düşünüyorum.
Önce o şanlı ve itibarlı ’“Menderes’” adını aldı, Erbakan’’ın altına ’“Pazara kadar değil, mezara kadar Refah Partiliyim’” diyerek paspas yaptı. Yetmedi oradan ayrıldı, o güzel isimden geriye ne kaldıysa, onu da ’“Laik Cumhuriyetin sonu gelmiştir- Ne Mutlu Türküm Diyene diye yazmak ilkelliktir’” diyen birinin altına minder yaptı. O da yetmedi, kendisine çok emek vermiş, dünyada yaşayan en tecrübeli devlet adamı Demirel’’in çobanlığından bıkıp, Menderes isminden geriye kalan birkaç parça ile, servetinin hesabını veremeyen, yabancı basına göre dünyanın 8 nci en zengin siyasetçisi olan adamın sürüsüne bodoslama giriverdi ve yeni çobanı için çalışmaya başladı. Dedim ya Allah insanı rezil etmek isterse önce aklını alırmış, aklımızı koru allahım, bir insan kendine bu kadar kötülük yapabilir mi?..