Darbe mi, devrim mi?


Bu yazıya olumlu ve destek anlamında toplam 163 ileti aldım. Tepki olarak ise tamamı ’“Asa-Haber’” adlı sitenin aydın okurlarından 11 ileti aldım. İletilerin hepsine teşekkür ederim. Benim istediğim de budur, tartışmalıyız, mutlaka doğruyu buluncaya kadar tartışmalıyız. Böylelikle belki saplantılarımızdan, yanlışlarımızdan kurtulma olanağı buluruz. Ben şahsen buna hazırım. Kim ki benim yanlışımı bulur ve beni inandırırsa, ben ona sadece saygı duyar ve onu en kıymetli dostlarımın arasına yerleştiririm.
Adı geçen yazıda 1950-1960 Demokrat Parti dönemini incelemedim. Sadece, AKP ve RTE tarafından Adnan Menderes isminin ve DP markasının haksız yere kullanılmasını ve Aydın Menderes’’in bu çirkin oyuna alet olmasını eleştirmiştim. DP dönemi ve Başbakan Menderes’’le ilgili her türlü toplantıya, tartışmaya hazırım. Davet edilen her yere gider, fikirlerimi savunurum’…

Yazı ile eleştiriler genelde şu noktalarda toplanıyordu;
*27 Mayıs 1960 olayı bir ’“Darbe’” değil, bir ’“Devrimdir’”.
*DP, Köy Enstitülerini kapatarak, ’“Karşı Devrimcilere’” güç vermiştir.
*DP, Ezanın Arapça okunmasını başlatmıştır.
*DP, Türbeleri ziyarete açarak, dini siyasete alet etti.
*DP döneminde, 6-7 Eylül hadiseleri olmuştur.
*DP, Kore’’ye Türk Askerini göndererek yüzlerce şehit verilmesine neden olmuştur.
*1953 yılında CHP mallarını haczederek, hazineye kaydeder.
*DP döneminde, İmam Hatip Kursları, AKP İktidarının arka bahçesi olan İmam Hatip Liselerine dönüştürüldü.
*DP döneminde, Tahkikat Komisyonu kuruldu ve Yüksek Yargı Üyelerinin resen emekli edildi.
*Tüm bunlara rağmen Menderes ve arkadaşlarının asılması doğru muydu?Değil miydi?Tartışılır?...
Eleştiriler genellikle bu maddeler üzerinde yoğunlaşıyordu.
Eleştirilere madde madde yanıt verip gençlere doğruları göstermeden önce, siyasetin ’“altın kuralını’” bir kez daha hatırlayalım; ’“Her yaşanan olayı, o zamanın şartlarında incelemek bizi doğruya götürür.’”
Yıl 2010, kim bana Türk Demokrasisinin, en gelişmiş demokrasilerden biri olduğunu söyleyebilir?
Biz ne yapıyoruz?Bu günün şartlarının üstüne oturup, 60 yıl öncesini acımasızca eleştiriyoruz ve kolaycılığa kaçıyoruz’… Bakalım, görelim;
*27 Mayıs 1960 Darbe değil, Devrim’’dir;
*Eleştirenlerin ifadesine göre, bir avuç yurtsever subay, emir-komuta zincirinin dışına çıkarak, yönetime el koydular ve sonucunda 1961 Anayasa’’sına sahip olduk. Bu yüzden 27 Mayıs bir Devrimdir!..

Bu tezi savunan arkadaşların deyimiyle, Türk Milletinden % 53 oy alan bir parti ve o partiye oy veren Türk Milleti yanlış yapmış fakat, gencecik bir teğmen, bir Orgenerali tokatlama yetkisini ve doğruları kendinde görüp devrimi gerçekleştirmiştir!...
Eğer siz kendi görüşünüzün doğru olduğuna inanıyor ve millet çoğunluğunu dikkate alınmaması gereken bir kalabalık olarak görüyorsanız, Millet iradesinin ve Devlet adamlarının darağaçlarında sallandırılmasına, bazılarının yıllarca zindanlarda süründürülüp, aileleriyle birlikte her türlü işkenceye maruz bırakılmalarına onay veriyor ve buna ’“devrim’” diyorsanız, benim size söyleyebileceğim tek şey, sizin başınıza böyle bir şey gelmesin demek olacaktır. Milletin İradesinin, amaçları ne olursa olsun, belinde silah olan kişilerce gasp edilmesine ’“Devrim’” derseniz, en başta, üzerinden askeri üniformayı çıkartıp, siyasete öyle giren Büyük Atatürk’’e ihanet etmiş olursunuz. Bu yüzden 27 Mayıs 1960, ellerine kan bulaşmış bir darbedir’…
*DP, Köy Enstitülerini kapatarak, ’“Karşı Devrimcilere’” güç vermiştir.
Köy Enstitülerinin ülke kalkınması ve eğitimi için çok önemli bir kurum olduğuna ve kapatılmasının eğitim sistemimiz için bir ’“Kayıp’” sayılması gerektiğine inanan biri olarak sadece bu konudaki tarihi gerçekleri sıralamak istiyorum;
*17 Nisan 1940’’ta Köy Enstitüleri Kanunu kabul edildi.
*1943 yılında yapılan 2. Milli Eğitim Şura’’sında Köy Enstitüleri aleyhinde yaygın bir kulis faaliyeti yapılmış ve Köy Enstitüleri bir ’“İptidailiye Dönüş’” olarak kabul edilmiştir.(Bkz. Şura kayıtları)
*1946 yılında Bakan Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitülerinin mimarı İsmail Hakkı Tonguç, görevlerinden alınmışlardır. Milli Eğitim Bakanlığına Reşat Şemsettin Sirer getirilmiştir.
*1947 yılında çıkarılan 5117 5129 sayılı kanunlar ile öğretmene toprak verilmesi güçleştirilmiş, dağıtılmış kitaplar, aletler, hayvanlar ve malzemenin geri alınmasına karar verilmiş ve öğretmen, yeni Türk Köylüsünün yapıcısı değil, sadece okuma yazma öğreten bir memur haline getirilmiştir.
*1947-48 ders yılında çıkartılan 5012 ve 5210 sayılı kanunlarla köylü, okul yapma yükümlülüğünden çıkarılmıştır.
*1947-48 eğitim yılında Köy Enstitülerinin beyin kadrolarını üreten, Yüksek Köy Enstitüleri kapatılmıştır.
*9.Mayıs.1947 tarihli yönetmelikle, KIZ VE ERKEK ÖĞRENCİLER BİRBİRLERİNDEN AYRILMIŞTIR.
*20 Mayıs 1947 tarihli genelge ile, Dünya Klasiklerinden yapılan çeviriler toplattırılmış ve YAKILMIŞTIR.
*1948’’de öğretim programı değiştirilmiş, iş eğitimi kaldırılarak, enstitüler klasik okullara dönüştürülmüştür.
Bu tarihlerde tek parti iktidarı(CHP İktidarı) ve tek adam yönetimi (Milli Şef İnönü) vardı’…
*1954 yılında, işlevinden uzaklaştırılmış Köy Enstitüleri DP İktidarı tarafından kapatılmıştır.Soru; Sizce, Köy Enstitülerini kim kapatmıştır?

*DP, Ezanın Arapça okunmasını gerçekleştirmiştir;

1930 yılının başında ezanın, tekbirin ve salanın Türkçeleşmesi, Kuranın Türkçe okunması ve namazın da Türkçe dualarla kılınması kararlaştırılmış ve Türkiye’’nin önde gelen bazı Hafız ve Din Adamlarına ezanın ve duaların Türkçeleştirilmesi görevi verilmişti.

İlk kez, 1932 yılının 3 Şubatına rastlayan Kadir Gecesinde Kur’’anın, tekbirin ve duaların Türkçesi, Ayasofya Camiinde okundu. Daha sonra Diyanet İşlerinin tamimiyle Arapça ezan yasaklandı, ve sıkı şekilde denetlendi.

1941 yılında çıkarılan 4055 sayılı kanunla, Türk Ceza Kanununun 526. Maddesine bir fıkra eklendi. Buna göre Arapça ezan ve dua okuyanlar 3 aya kadar hapsedilecek ve 10 TL den, 200 TL ye kadar para cezasına mahkum olacaklardı. Yasak 18 yıl devem etti.

14 Mayıs 1950 seçimlerini DP kazanınca, TCK’’nun 526. Maddesine eklenen cezanın kaldırılması için üç adet kanun teklifi verildi. Hükümet teklifi destekledi. Teklif, Adalet Komisyonunda kabul edildi ve 16 Haziran 1950 de TBMM Genel Kurulunda görüşülmeye başlandı.

CHP Grubu adına söz alan Trabzon Milletvekili Cemal Reşit Eyüboğlu, partisinin ezanın Arapça okunmasına, parti olarak karşı çıkmayacaklarını açıkladı. Daha sonra 3 maddelik kanun teklifinin yapılan oylamasında DP ve CHP Milletvekilleri beraberce oy kullandılar.(TBMM Ceridesi 16.Haziran.1950 Birleşim 9. Oturum 1.Shf 182)

DP, Türbeleri Ziyarete Açarak, Dini Siyasete Alet Etti;
*Türkiye’’de açık olan tekkeler ve ziyaret edilmekte olan türbeler, 3 Eylül 1925 tarihli kararname ve daha sonra 20 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen 677 sayılı Kanun ile kapatılmıştır.

Türbelerin ziyarete açılması 30 Mart 1950 tarihine rastlar.(seçimlerden 45 gün önce) CHP, 01 Mart 1950 tarihinde 5566 Sayılı Kanunla, 677 sayılı kanunun 1. Maddesine bir fıkra eklenerek, türbelerin ziyarete açılması yetkisini Bakanlar Kuruluna bırakıldı. Bu kararla, çok sayıda türbe ziyarete açıldı’…