Deli bir yoğunluk,
işleri yetiştiremezken bir de
üç buçuk sene önce biten bir AB projesi için
delegasyondan denetleme gelmesin mi?
Mecbur tüm diğer işleri bıraktım
teftiş heyetiyle uğraşıyorum.
Proje, Konak Belediyesi'nin
Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesinde yapılmıştı…
Neyse, ben rapor veriyorum
ama nedense heyetteki Belçikalı yetkili beni takmıyor bile.
Zaten beni niye taksın ki,
adam müzenin duvar kağıdına takmış bir kere.
İki lafın ortasında
'Neden bu duvar kağıdını kullanmayı tercih ettiniz?' diye sorup duruyor.
Sonunda dayanamadım,
'hiçbir fikrim yok,
zaten müzenin tasarımının da
bizim projemizle bir alakası yok' deyiverdim.
Belçikalı dışındakiler bastı kahkahayı,
adamlar da farkında benim dellendiğimin.
'Müzenin tasarımcısı herhalde Bruegel hayranıydı,
ya da başka bir duvar kağıdı bulamamıştı' dedim,
adamın surat ifadesi değişti.
Meğerse sihirli kelime Bruegel'miş.
Zatıalileri 16. Yüzyılda yaşamış ünlü Flaman ressamı anlatmaya başladı.
O anlatıyor, ben dinlemiyorum.
Elimde olsa duvar kayıtlarını sökeceğim,
o kadar sakinim (!) sizin anlayacağınız.
Neyse, denetleme bitti, heyeti uğurluyoruz.
Hazır Varyant'tayken
ve de İzmir tüm ihtişamıyla karşımızda dururken,
Başkan Yardımcım İzmir Tarihi hakkında bilgi vermeye başladı.
Ayıptır söylemesi,
biz İzmirliler,
8.500 yıllık tarihimiz ile pek bir gurur duyarız.
Belçikalı 8.500 yılı duyunca,
bu sefer de alaycı bir tavırla;
'Ne yani, sizin kentinizde
İsa'dan 6.500 yıl önce yaşam mı vardı?'
deme gafletinde bulundu
ve netice itibariyle benim asfalyalarımı attırdı.
'Aaaa hiç olmaz mı,
arkeolojik araştırmalara göre
prehistorik çağdan beri bu kentte yerleşim varmış.
Mesela benim çalışma ofisim Yeni İzmir'de,
yeni dediğime bakmayın,
size göre eski
bize göre yeni.
Bahçemize açılan tünel
2.000 yıllık, yani Roma Döneminden.
Şu tepede gördüğünüz kale var ya
işte onu vakti zamanında Büyük İskender yaptırmış.
Hem Hz. İsa demişken,
İzmir'in İncil'de adı geçen 7 kiliseden biri olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde…'
Benim Belçikalı şaşkınlık içinde dinlemeye başladı,
İzmir'in adının İncil'de geçtiğini bilmiyormuş,
bırakın Sabetay Sevi'nin İzmirli olduğunu,
Sabetayizmin ne olduğunu,
hatta bu kentte Musevilerin yaşadığını da bilmiyormuş.
İntikamım acı oldu,
anlatmaya başladım.
Ben anlatıyorum,
adam bu sefer dinliyor.
İzmir'in farklı kültürlerini anlattım,
anlata anlata günümüze kadar geldim,
tüm bu farklılıklarımıza rağmen
nasıl uyum içinde yaşadığımızdan bahsettim,
kapanışı da Dana Bayramıyla yaptım.
Tepkilerimin kaynağı
savunma mekanizmamın devreye girmesi mi,
yoksa alaycı tavırlara, çokbilmişliklere tahammül edememem mi
inanın bilmiyorum.
Ancak dana altında buzağı arayanlardan artık yorulduğumu
hatta sıkıldığımı çok iyi biliyorum.
Geçtiğimiz hafta Afro – Türklere atfedilen 10. Uluslararası Dana Bayramını kutladık.
Üç gün süren etkinlikler boyunca,
coşkuyu, hayranlığı, utancı, kızgınlığı, cahilliği, bencilliği yaşadım.
Afro-Türkler Osmanlı döneminde köleleştirilen Afrikalıların torunlarıdır.
1847'de yayınlanan bir fermanla köleliliğin yasaklanma süreci başlar.
'Kölelik şeriatta var' diyerek karşı çıkan ulemaların sesi ise
ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ve şeriatın kardırılmasıyla kesilir.
Benim algımda nedense 'köleleştirilmiş insanlar' hep Afrikalılardı
ama düzenlenen panelde gördüm ki Afrikalıların yanı sıra,
Çerkezler, Avrupalılar, Gürcüler, Ruslar ve daha niceleri
bu topraklara köle olarak getirilmişlerdi.
Peki, benim algıma işleyen bu 'Afrikalı Köle' kavramı nereden geliyordu,
cahilliğimin yanı sıra ön yargılarım da buna etkili olmuş olabilir miydi?
Ben bu düşünce ve duygularla savaşırken,
her yerden çatlak sesler yükselmeye başladı.
Yok, efendim Dana Bayramı Basmane'ye özgüymüş, Alsancak'ta kortej olmazmış.
(cahillikle suçlandık)
Zaten bizler 'ötekilerin' bayramlarını dillendirerek toplumu ayrıştırıyormuşuz.
(bölücü olduk)
Bir de Dana Bayramı Antik Yunan geleneğiymiş, Afrikalılarla ne alakası varmış.
(ben bittim, kendi ırkıma ihanetle yargılanıyorum)
Herkesin bir fikri olması güzel güzel olmasına da,
her konuda fikir beyan etmesi
üstelik bunu yaparken
'BEN' dilini kullanıyor olması hiç hoş değil.
Yaşadıkları topraklardan kopartılarak köleleştirilen bu insanlar,
özgürlüklerine kavuştuklarında
bu sefer de ten renklerinden ötürü 'ötekileştirildiler'.
Halbuki kimliklerinden geriye kalan tek şey ten renkleriydi.
Tüm zorluklara ve sefalete rağmen
kültürlerine sahip çıktılar, yaşatmaya çalıştılar.
Bizler onların bu çabalarına küçük küçücük katkılar koymaya çalıştık.
Kendisiyle çalışıyor olmaktan gurur duyduğum
Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş öyle bir konuşma yaptı ki,
çoğumuz donduk kaldık.
'Buraya köle olarak gelmiş olan Afro-Türkler
kendi kültürlerinden bir parçayı da İzmir'in güzel kültürüne eklemişler.
İzmirliler ve Afro-Türkler bir arada yaşamanın güzelliğini tatmışlar.
Görmezden geldiğimiz bu zenginlik bizim hatamız.
Şimdi özür dileme vakti...'
Emir büyük yerden,
Başkanımızdan feyzaldık.
Farklı kültürlerin ortak noktalarını vurgulayarak,
bunun birleştirici bir unsur olduğunu savunmaya devam edeceğiz.
Hem biz inşa ediyoruz,
gerçi herkes hararetli bir şekilde inşaat halinde,
ama onlar kültürler arasında duvarlar inşa ederken,
bizler kültürler arasında köprüler kurmayı tercih ettik…