TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 2025 yılı bütçesi görüşüldü. Bütçe görüşmelerinde konuşan CHP İzmir Milletvekili ve Plan ve Bütçe Komisyonu Sözcüsü Rahmi Aşkın Türeli, bütçenin milyonlarca vatandaşa hitap etmediğini vurguladı. Türeli, " Yüksek enflasyonun sebebi, Türkiye'nin uyguladığı yanlış politikalardır." değerlendirmesini yaptı.
BU BÜTÇE, MİLYONLARCA İNSANIMIZIN BÜTÇESİ DEĞİL
Bütçenin Türkiye’nin sorunlarını çözebilecek perspektiften uzak olduğunu ve ülkedeki yüksek enflasyon sorunun çözmek üzere tasarlandığını vurgulayan Türeli; “Bütçe, bir yeniden dağıtım mekanizması. Bütçeler teknik metinler, içinde birçok rakam, gösterge var ama aynı zamanda ekonomi politik metinler. Kimlerden hangi tür vergileri aldığımız, harcamaları nerelere, hangi alanlara yaptığımız, kaynakları nasıl tahsis ettiğimiz bütçenin konusu. Burada şu soruyu sormak lazım: Bu bütçe kimin bütçesi? Bu bütçe, milyonlarca insanımızın bütçesi değil. Türkiye'nin mevcut sorunlarını çözebilecek perspektiften uzak, geçmiş rakamları enflasyon oranında artıran ama Türkiye'nin hiçbir yapısal sorununu da çözmeyen bir bütçeyle karşı karşıyayız. Bu kadar ağır koşullarda bu bütçenin Türkiye'nin hiçbir sorununa ne yazık ki derman olamayacağını görüyoruz. Normal şartlar altında bir ülke için kalkınma ve büyüme önemlidir fakat orta vadeli program ve ona dayalı olarak hazırlanan bütçenin bir kalkınma planı programı olması gerekirken orta vadeli program ve bütçe Türkiye'nin yüksek enflasyon sorununu çözmek üzere tasarlanmış bir istikrar programıdır. Temel öncelik bu, başka bir önceliği yok.” ifadelerini kullandı.
OVP verilerinin gerçekleşme ihtimali olmadığını ve bu verilerin kalkınma planı verileriyle arasında bir ilişki olmadığını belirten Türeli; “OVP ve kalkınma planı ilişkisi önemli ama OVP ve kalkınma planı arasında bir uyum yok. OVP'de 2027 yılında ulaşılması hedeflenen göstergeler, rakamlar, makro büyüklüklerle 2028'de plan döneminin sonunda ulaşacaklarımız arasında hiçbir ilişki kalmadı. Plan zaten çöpe atılmıştı. Şimdi, OVP'nin burada ortaya koyduğu hedeflerle aslında orta vadeli programın da çöpe atıldığını görüyoruz. OVP'nin, buradaki hedeflerinin gerçekleşme şansı yok. Türkiye, millî gelirini TL cinsinden hesaplayıp sonra döviz kuruna böldüğü için rakamlar burada yüksek gözüküyor. 2027 yılında OVP'de ulaşılacak rakamlarla övünmeyelim. Bu rakamlar tamamen hesap sistematiğinden kaynaklanan konular.” Dedi
YÜKSEK ENFLASYONUN SEBEBİ, TÜRKİYE'NİN UYGULADIĞI YANLIŞ POLİTİKALARDIR
Türeli, konuşmasının devamında Türkiye’nin dezenflasyon sürecine mevcut yönetim yüzünden geldiğini vurguladı. Hükümet tarafından uygulanan yanlış politikaların vatandaşın sırtında yük olmaya devam edeceğini belirten Türeli; “Diğer taraftan, OVP'nin perspektifi, tamamen dezenflasyon sürecine odaklı. İyi ama bu dezenflasyon sürecine nasıl geldik; neden Türkiye bu noktada? Sayın Bakan, âdeta miladı kendinizle, kendinizin göreve geldiği zamanla başlatıyorsunuz ama öyle değil, yirmi iki yıldan beri iktidarda olan bir AKP var ve uygulanan politikalar var. Üstelik sizin de geçmiş dönemlerde hem Hazine ve Maliye Bakanı olarak hem de Başbakan Yardımcısı olarak aldığınız görevler var. Cumhurbaşkanının "faiz sebep, enflasyon sonuç" tezi, bugün Türkiye'yi içinde bulunduğu bu yüksek enflasyon sürecine soktu. Önümüzdeki iki buçuk yılda bu dezenflasyon sürecini yönetip Türkiye’de enflasyonu tek haneye çekmeyi hedefliyorsunuz ki Merkez Bankası, 2026 sonundaki hedefi yüzde 9,7'den yüzde 12'ye çıkardı. Zaten "tek hane“ den biz yüzde 3, yüzde 5'leri anlıyoruz. Türkiye'nin orta vadeli programlarına 2006'dan itibaren bakarsak o dönemlerde hep yüzde 3, yüzde 5'ler civarında bir enflasyon öngörülmüştü. Yani uygulanan yanlış politika, enflasyonu yüzde 19'lar seviyesinden yüzde 85'lere çıkardı, şimdi yeniden eski seviyelerine indirmeye çalışıyorsunuz. Yüzde 19 olan politika faizi yüzde 8,5'a indi, şimdi yüzde 50'ye çıktı ve bütün yaşanan bu olumsuzlukların yükü milyonlarca insanımızın sırtında. Gelir dağılımı bozuldu, yoksulluk artıyor, yaygınlaşıyor, ekonominin büyüme yapısı gittikçe aşınıyor. Bu yıl içinde sanayi üretimi negatife geçti. Yüksek enflasyonun sebebi, Türkiye'nin uyguladığı yanlış politikalardır. Dış dinamiklerin elbette etkisi olmuştur, dünyanın her yerinde etkisi olmuştur ama eğer enflasyonda Avrupa'nın, dünyanın en yüksek oranlarından birine sahipsek bunun nedeni AKP'nin uyguladığı yanlış politikalardır. Dezenflasyona ulaşmak için ne yapıyorsunuz? Temelde iki ayak var: Bir, toplam talebi kısmak, sıkı para politikası, yüksek faiz, kredileri sınırlama, sıkı gelir politikası bununla bağlantılı çünkü konuşmalarınızdan öyle anlaşılıyor: "Geçmiş enflasyona endeksleme anlayışı terk edilmeli. Türkiye'nin bundan sonra ücret ve gelir artışları beklenen enflasyon, hedef enflasyona göre belirlensin." demek, bu demek. İki, zaten yüksek faiz var, dışarıdan para girişi olacak, kur böylece baskı altında tutulacak, burada maliyet enflasyonu baskısını hafifletmeye yönelik bir politika var ama bu politikanın yükü bu uygulanan yanlış politikanın yükünü taşıyan insanların sırtında olmaya devam edecek.” İfadelerini kullandı.
Hükümetin kaynak kullanımındaki yanlışlarından söz eden ve tasarruf tedbirlerine uyulmadığını belirten Türeli; "Dezenflasyon süreci" dedik. En son enflasyon, iki ay önce OVP'de yüzde 41,5'tu, Merkez Bankası "yüzde 44" dedi; 2025 için yüzde 17,5'tu şimdi yüzde 21 oldu; 2026'da yüzde 9,7'den yüzde 12'ye çıktı ama şunu söylemek lazım: Ortada bir para politikası var belki ama maliye politikası ayağının son derece zayıf olduğunu görüyoruz. Ortada bir vergi reformu yok, ortada bir tasarruf da yok. Devletin en tepesindeki harcamaların, savurganlığın, israfın aynen devam ettiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanının yurt dışı gezilerine yanındaki koruma ordularıyla beraber 5 uçakla gittiğini düşündüğümüzde aslında devletin tepesinde bir tasarrufun olmadığını, aşağıda da bir tasarrufun olamayacağını açık ve net olarak görüyoruz.
Siz risk primini düşürdüğünüzü söylüyorsunuz ama Türkiye'nin risk primini kim yükseltti? "Kredi reyting kuruluşları not düşürmüştü, 2 basamak yükseldi." Diyorsunuz, ama hâlâ yatırım yapılabilir seviyenin üç ya da dört basamak altında yani aşırı spekülatif seviyede. "OECD'nin gri listesinden çıktık." diyorsunuz; Türkiye'yi gri listeye kim soktu? İşte, bu uygulanan yanlış politikalar. Bu ülkenin kaynakları doğru ve yerinde kullanılmalı. Doğru kullanılmasından kastımız, hiçbir hukuksuzluğa, usulsüzlüğe, yolsuzluğa mahal vermeden kullanılmasıdır. Yerinde kullanılmasından kastımız da yapılması gereken yatırımların doğru önceliklendirilerek yapılmasıdır. “ ifadelerini kullandı.
Ücret ve gelir artışlarının mevcut enflasyona göre yapılması gerektiğini vurgulayan Türeli; “Bütçe açığı azalıyor gibi gözüküyor. OVP'ye baktım, yaklaşık 2 trilyon lira civarında fakat ilginç olan şu: TÜFE yıl sonunu hep konuşuyoruz ama bir gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü var, o deflatör aslında bir ortalama enflasyon demek. Harcamalardaki artışa bakıyorum, 2025 için yüzde 31,4, gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü yüzde 34, şimdi biraz daha yükselecek. Yıl sonu enflasyonun yükselmesi bunun da yukarı çıkması demek. Harcamalardaki artış, enflasyonun altında ama vergilerdeki artış enflasyonun üzerinde; vergilerdeki artış yüzde 46,5. Faiz harcamaları son derece yüksek; yüzde 50,3'lük bir faiz artışı var. İşte, uygulanan bu yanlış faiz politikası, Türkiye'yi yeniden bütçe açığı kadar faiz giderine mahkûm etmiştir. Bütçe harcamalarına biraz kategorik olarak bakmak istiyorum. Maaş ve ücret artışları, Personel giderleri; 2025 yılı ödenek artışı yüzde 29,8 ama deflatörün altında. Memur, işçi, sözleşmeli personel var bu bütçenin içinde. 2025 yılında toplu sözleşmeye göre artış yüzde 6 olacak, ücret artışı ikinci yarıda da yüzde 5; bileşiği yüzde 11,3'e denk geliyor ama bu rakama enflasyon açısından baktığımızda çok ciddi bir sıkıntı olacak. Biz her zaman şunu söylüyoruz: Enflasyon farkının sonradan verilmesi, bu kayıpları telafi etmiyor çünkü insanlar her gün harcama yaparken siz altı ay sonra bir enflasyon farkı veriyorsunuz ama o fark kayıpları engelleyici bir şey değil. Üstüne üstlük, TÜİK'in enflasyon rakamlarının toplumda, kamuoyunda yaygın biçimde tartışıldığını, kimsenin bu rakamlara inanmadığını düşündüğümüzde de olay daha da dramatik hâle geliyor ve sizin de konuşmalarınız var, OVP'de ücret ve gelir artışlarının gerçekleşen enflasyona göre değil, beklenen enflasyona göre belirlenmesi demek, bugün ülkede yaşanan gelir dağılımı bozukluğunun ve yoksulluğun artması, bu programın yükünü taşıyan milyonlarca insan tarafından; sabit gelirli kesim, işçi, memur, emekçi, çiftçi tarafından tekrar üstlenilmesi anlamına geliyor.” detaylarını aktardı.
GEÇİŞ GARANTİLERİ, UÇUŞ GARANTİLERİ, HASTANELERDE YATIŞ GARANTİLERİ, DÖVİZ CİNSİNDEN GARANTİLER BÜTÇEDE KARA DELİKTİR!
Kamu özel iş birliği modeliyle ödenen garanti ücretlerin yüksek olmasına dikkat çeken Türeli; “Yatırım harcamaları 2025 yılında binde 8 artıyor ve genel olarak kamu yatırımlarına da baktığımızda millî gelir içindeki payı 2002'de yüzde 4,8'miş, 2025'te yüzde 3,2; aşağı doğru iniyor. Bir ülkenin büyümesi için en önemli kaynaklardan biri o ülkenin sermaye stokunu büyütmek, potansiyel büyümesini yukarıya doğru çekmektir ama burada baktığımızda ne yazık ki kamu yatırımlarındaki bu düşüşün Türkiye'nin arz kapasitesini çok ciddi anlamda sınırladığını görüyoruz. Kamu yatırımlarının millî gelir içindeki payının azalması, kamunun ciddi anlamda fiziki ve sosyal altyapıdan çekilmesi ve KÖİ modelinin uygulanmasıyla da çok yakından ilişkili. 2025 yılında kamu-özel iş birliği modeliyle yapılacak projelere verilecek para 204,2 milyar Türk lirası, 2025-2027 döneminde 689,1 milyar lira olacak. Bu, kamuoyunun sözleşme şartlarını bilmediği, şeffaflığın olmadığı bir yapının bugün Türkiye'yi getirdiği noktadır. Bazen konuştuğumuzda "İşte bu yatırımları yaptık, iyi ki yapmışız, şimdi olsa yapamayız." diyorlar ama öyle değil. Türkiye, dışarıdan tasarruf alan yani yurt içi tasarruflarının yatırımları karşılamadığı bir ülke; dış tasarruf alıyor, cari açık veriyor. Bu ülkenin kıt kaynaklarının en iyi şekilde kullanılması gerekiyor. Kamusuyla, özeliyle elbette Türkiye bir bütündür ama bunların sözleşmelerinin iyi yapılmasına ihtiyaç vardı, o şeffaflık olmalıydı. Burada geçiş garantileri, uçuş garantileri, hastanelerde yatış garantileri, döviz cinsinden garantiler; bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Bunlar bütçede kara deliktir.”dedi.
Tarımsal desteklerin yetersiz olduğunu ve tarımsal amaçla kullanılan mazottan alınan vergi miktarının, desteklerden fazla olduğunu ifade eden Türeli; 5488 sayılı Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesinde deniyor ki: "Bütçeden tarımsal desteklere ayrılan pay, millî gelirin en az yüzde 1'i olmalı." Bakıyorum 2024’te binde 2,1'miş, 2025'te binde 2,2 olacak. Verilen para 135 milyar lira, oysa yüzde 1'i olsa 615 milyar lira olması gerekirdi. 2007-2025 döneminde verilen toplam destek, alt alta koyduğumuzda 493 milyar, verilmesi gereken destek ise 1 trilyon 867 milyardı; 1 trilyon 374 milyar lira eksik ödenmiş. Enflasyonla bugüne getirdiğimiz zaman 2,9 trilyon gibi bir rakam çıkıyor. Bakın, bunu bırakın, bunun onda 1'ini bile vermiş olsaydınız bugün Türkiye'deki tarım bu noktada değildi. Tarımda kendi kendine yeterlilik hemen hemen tüm ürünlerde yok oldu. Çiftçi ve hayvancı ciddi anlamda yoksulluk sınırı içinde. Bu 135 milyar doların içinde, 20,1 milyar dolar mazot desteği var. Bütün hesaplamalarda çiftçi ve hayvancının tarımsal amaçla kullandığı mazot 3-3,5 milyar litre olarak öngörülür. Ben 3 milyar litre mazot kullanımı üzerinden vergi miktarını hesapladım, 53,8 milyar lira. Yani siz çiftçiye 20,1 milyar mazot desteği veriyorsunuz, 54 milyar lirayı ondan vergi olarak geri alıyorsunuz. Ben ne anladım bu destekten? Sosyal yardımlar hâlâ millî gelir içinde yüzde 1'ler seviyesinde, oysa OECD ortalamaları yüzde 2,5'lerde.”detaylarını aktardı.
FAİZ GİDERLERİ ÇOK YÜKSEK!
Sözlerinin devamında Türeli; “Faiz giderleri 1 trilyon 950 milyar lira, 2025 için konuşuyorum, bütçe açığı 1 trilyon 930 milyar lira. Bütçe açığını da geçmiş, bütçe giderlerinin de, ortalama enflasyonun üzerinde. 2023'te de 2024'te de baktığımızda ise faiz gideri bütçe açığının yarısı kadarmış “dedi.
Türeli, KKM uygulamasının çok ciddi zararlar açtığını ifade etti. Bu zararların Merkez Bankasına devredildiğini ve Merkez Bankasının bunları karşılamak için para bastığını belirten Türeli; “Kur korumalı mevduat sistemi ciddi bir problem. Hazinenin üstlendiği kur zararları 2023 Temmuz ayında Merkez Bankasına devredilmişti. O zaman şiddetle karşı çıktık, hatta size de söyledik bunu, bu doğru değil diye. Bu, aslında bu bütçede yer alması gereken bir şeydir ama kur zararı yükümlülüğü Merkez Bankasına devredildi ve Merkez Bankası, 2023'te 830 milyar lira zarar etti. En son Merkez Bankası geldiği zaman yine bir açıklama yapılmadı ama Merkez Bankası bilançosundaki bir kalemden gittiğimizde toplam zararın 1 trilyon 299 milyara ulaştığını görüyoruz. Yani hep bütçe açığını düşürdük diye övünüyorsunuz ama bunlar da hazinenin üstlendiği kur zararı da bir çeşit gizli bütçe açığıdır. Ayrıca, bütçenin birliği ilkesinin de yok edilmesidir. Hazine ve Maliye Bakanı olarak bütçe birliği sizin en sıkı biçimde sahip çıkmanız gereken bir ilke olmalı ama ne yazık ki sahip çıkmadınız, çıkmıyorsunuz ve bunun sonucunda bu zararlar oluşuyor ve Merkez Bankası, para basarak bunu karşılıyor. Bunların da enflasyon üzerinde mutlaka etkisi var.“ ifadelerini kullandı.
VERGİ YÜKÜ ARTIYOR
Vergi gelirlerinin arttığını söyleyen ve bu gelirlerin oranlarının diğer ülkelerle kıyaslamasının yanlış yöntemlerle yapıldığını ifade eden Türeli; “2025 yılında Vergi gelirlerindeki artış yüzde 46,5. Vergi gelirlerinin millî gelir içindeki payı artıyor. Bakın, 2022 yılında yüzde 15,7'ymiş, 2025 yılında yüzde 18,1 olarak öngörülmüş, son üç yılda yüzde 2,4 puanlık artış var. Vergi yükü artıyor, 2002 yılında yüzde 21'ler seviyesindeymiş, 2025'te sosyal güvenlik primleri dâhil yüzde 24 gözüküyor. Siz o vergi yükünün OECD ülkeleri arasında en düşük seviyede olduğunu söylediniz ve temel sorunu da dolaysız vergilerin yeterli düzeyde olmaması olarak ifade ettiniz. İyi ama bakın, OECD'yle bir kıyaslama yaparken şunu yapmak lazım: Orada vergi yükünün en yüksek olduğu ülkeler İskandinav ülkeleri ama bunlar aynı zamanda kamu harcamalarının da en yüksek olduğu ülkeler yani o ülkelerin kendi yapısı içinde hem vergi ve hem de kamu harcamaları yüksek; bizde ise kamu harcamaları da düşük. Aynı şey yıllarca Türkiye'nin finansal sisteminin millî gelir içindeki payı açısından, sermaye piyasası için de konuşuldu. Kıyaslamaları yaparken ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ve kaynaklarının nerelerde, nasıl kullanıldığıyla bağlantılı bakmak lazım.“ değerlendirmelerinde bulundu.
2 trilyon lira bütçe açığı var ama 3 trilyon lira vergiden vazgeçiyoruz; böyle bir şey olabilir mi?
Vazgeçilen vergilerin bütçe açığının üzerinde olduğunu hatırlatan Türeli; “Dolaylı-dolaysız vergi ayırımı devam ediyor; yüzde 65, yüzde 35; bir şey değişmemiş. Vergi harcamaları var, OVP'de de var, geçen sene sizin sunuşlarınızda da vardı. "Etkin olmayan istisna, muafiyet ve indirimlerin kaldırılması hususunda kapsamlı bir çalışma yürütüyoruz." dediniz geçen sene, bir sene geçti üzerinden; ne yaptınız? Bir şey yapmadığınız anlaşılıyor. Bir de ben bir rakam söyleyeyim: 2025 yılında vazgeçilen vergi 3 trilyon lira. 2 trilyon lira bütçe açığı var, 3 trilyon lira vergiden vazgeçiyoruz; böyle bir şey olabilir mi? Bir ara "Bir vergi paketi, vergi reformu gelecek." denildi, 104 sayfalık bir metin bir biçimde basına da sızdı ya da bilemiyorum artık belki de nabız tutmaya yönelikti bu ama ondan sonra baktık, onun içinden son derece küçük bir vergi paketi geldi. Komisyon görüşmelerinde sizin olmanızı isterdik. Vergi konusunun sahibi sizsiniz ama gelmediniz o sunuşa. Burada, TBMM iç tüzüğünde Bakanın toplantılara katılmasını engelleyen bir hüküm yok, isterse gelebileceği hükme bağlanmış yani vergi konusu önemliyse gelir burada savunurdunuz, biz de yapılması gerekenler konusunda, doğru bir vergi reformu konusunda size gerekli desteği verirdik; gelmediniz. Yani denetimle, polisiye tedbirlerle, yapay zekâyla vergi kaçağını önleyemezsiniz; bunlar gerekli tabii ama bununla vergi kaçağını önleyemezsiniz, vergi adaletini sağlayamazsınız. Vergide adalet konusunda, dar gelirlilerin vergi yükünün azaltılmasına ilişkin hiçbir şey yok ve daha da ilginç olan şu: OVP'de, bütçede gelir adaletine ilişkin hiçbir şey yok. Türkiye Cumhuriyeti'nin belki de en büyük bölüşüm şoklarından birini yaşadığı bir dönemde gelir dağılımı bozukluğu yokmuş gibi, yoksulluk yokmuş gibi davranmanın anlaşılabilir hiçbir yanı yok. Ülke böyle yönetilmez. Bu ülkede yaşayan herkesin uygun koşullarda, adaletli bir yapı içinde birlikte, bir arada yaşaması esastır ve ülkeyi yönetenlerin bu konuda gerekli tedbirleri alması, gerekli politikaları uygulaması gerekir.” dedi.
DAR GELİRLİ KESİM ÜZERİNDEKİ YÜK ARTACAK.
Hükümetin kaynakları yanlış kullandığını, bütün bu yanlış uygulamaların dar gelirli insanlara yük olduğunu ifade eden Türeli; “Sunuşunuzda "Dezenflasyon sürecinde büyüme kısa vadede geçici olarak yavaşlayabilir, büyüme ve dezenflasyon arasında orta vadede ters yönlü bir ilişki yok." dediniz. “Orta vade”den ne anladığınızı çok anlamış değilim çünkü OVP'ye baktığım zaman bunu göremiyorum. Yani bugün ortada olan açık ve net olarak şudur: Bu OVP ve buna dayalı olarak çıkan bütçe, dezenflasyona, yanlış politikalarla yükselttiğiniz enflasyonun yeniden aşağı indirilmesine odaklanmış. Hedef enflasyona göre ücret, maaş artışları, asgari ücret, asgari ücretin belirlenme esasları dar gelirli kesim üzerindeki zaten var olan bu yükün daha da artacağı anlamına geliyor. Büyüme hızı yavaşlıyor, ekonomide büyüme yapısının aşındığı bir süreçle karşı karşıyayız. Türkiye, iki buçuk yıl uygulanan yanlış politikalar ve iki buçuk yıl da bunu düzeltmek, tekrar 2021 Eylül seviyesine getirmek için yaklaşık beş yıl kaybetmiştir, beş yıl kaynakları yanlış kullanmıştır. Türkiye'nin kalkınmaya odaklanacak, yatırımları artıracak, tarımı yeniden Türkiye'de var edecek, eğitimde, sağlıkta yaşanan ciddi sorunları çözebilecek bir perspektifi, bir kaynak kullanımı olabilecekken ne yazık ki bunların hepsi heba edilmiştir.” detaylarını aktardı.
BU BÜTÇE KİMİN BÜTÇESİDİR?
Türeli, sözlerini bitirirken bütçenin halkın bütçesi olmadığını vurgulayarak “ Bu bütçe bu ülkede yaşayan milyonlarca dar gelirlinin bütçesi değildir. Bu bütçe, geçtiğimiz günlerde İzmir'de hayatını kaybeden 5 çocuğumuzun bütçesi değildir. Bu bütçe, çöpten yiyecek toplayan insanların bütçesi değildir. Bu ülkede eşitsizlikler, adaletsizliklerle karşılaşan, hâlâ taşeron çalışma ilişkisinin devam ettiği insanların bütçesi değildir. Kademeli emeklilik bekleyenlerin, çıraklık staj mağdurlarının bütçesi değildir. Ülkeyi yönetmek, doğru politikalar uygulamak ve bunları adaletle uygulamakla mümkündür.” değerlendirmesini yaptı.