Büyük mübadelenin 96. yılında Kuşadası’nda…

İzmir'de yayımlanan Ahenk gazetesi 4 Aralık 1923 tarihli nüshasında, Yunanistan'dan yola çıkan ilk mübadil kafilesinin İzmir'e varışlarını aşağıdaki satırlarla haber vermişti:

'Dün telgrafla Hanya'dan hareketleri ihbar alınan ilk mazlumlar kafilesi salimen Klazomen Tahaffuzhanesi (Urla Karantinahanesi)'ne varmışlardır. Hanya'dan 1027 kardeşimiz vapura binmiş ve karantinaya 1028 olarak varmışlardır. Yolda bir kurtuluş müjdesi doğmuştur.

Kardeşlerimiz karantinadaki memurlar ve İzmir'den giden Muavenet (Yardım) Yurdu heyeti tarafından hürmetle karşılanmışlardır. Karaya çıkanlar vatanın hür ve mesut topraklarını öperek Allah'a hamd eylemişlerdir. Bu manzara karşısında gözyaşları dökülmüştür.

Kardeşlerimize sıcak yemekler dağıtılmış ve istirahatları temin edilmiştir. Bugün selametle Ayvalık'a gideceklerdir.

Kardeşlerimizin sağlık durumları hamdolsun pekiyidir. Ve inşallah daima iyi olacaktır.

Galiba varış vaktinin buraca malum olmamasından ileri gelmiş olacak ki kardeşlerimize sigara, tütün yetiştirilememiştir. Vapurdan çıkanlar hep tütünsüzlükten üzüldüklerini söylüyorlardı.'

MÜBADELE ANTLAŞMASI

Türkiye'de ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi, Lozan görüşmeleri sırasında oluşturulan komisyonun çalışması sonucunda 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan sözleşme ve ek protokolle gerçekleştirildi. Antlaşmaya göre, mübadelede esas alınan temel ölçüt 'din'di.

Birinci maddede, 'Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiç biri, Türk Hükümetinin izni olmadıkça Türkiye'ye, ya da Yunan Hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan'a dönerek orada yerleşemeyecektir' denilmekteydi.

İkinci madde, mübadelenin istisnasını göstermekteydi: Birinci Maddede öngörülen mübadele: a) İstanbul'da oturan Rumları b) Batı Trakya'da oturan Müslümanları kapsamayacaktır. 1912 Kanunuyla sınırlandırıldığı biçimde, İstanbul Şehremaneti daireleri içinde, 30 Ekim 1918 tarihinden önce yerleşmiş (etablis) bulunan bütün Rumlar, İstanbul'da oturan Rumlar (İstanbul'un Rum ahalisi) sayılacaklardır.

1913 tarihli Bükreş Antlaşması'nın koymuş olduğu sınır çizgisinin doğusundaki bölgeye yerleşmiş (etablis) bulunan Müslümanlar, Batı Trakya'da oturan Müslümanlar (Batı Trakya'nın Müslüman ahalisi) sayılacaklardır.' Sözleşmenin diğer maddeleri mübadele kapsamına giren kişilerin mülkiyet haklarına, alacaklarına, taşınmazların tasfiyesine ilişkin hükümleri içermekteydi.

HASRET YÜKLÜ EVLER

Mübadil evleri bugün de öyle hasret yüklüdür ki değil üçüncü, beşinci kuşak da olsa hiçbir şey değişmez. Geride kalmış, yasak olmuş bir köyün, kasabanın, şehrin sokakları, akan dereler, 'asıl' evinizin sundurması, ille de bahçedeki koca ağaç siz daha beşikteyken ruhunuza kazınır. Memleketten kalma nakışlı bir örtüdür bazen mübadele veya bir peşkir. Bazen anlamadığımız bir dilden ninniler fısıldanmıştı kulağımıza, başka türkülerle gözleri dolardı ailenin kadınlarının ve başka bir zeybek oynardı, 'kasap havası' söylerdi erkekler düğünlerde…

Ve sonuçta Batı Trakya dışında yaşayan 680 bin kadar Yunanistanlı Müslüman, Türkiye'ye getirildi ve ülkenin değişik yörelerine yerleştirildi. 1 milyon 200 bin kadar Anadolulu Rum da (ki aralarında Ortodoksluğu seçmiş Karaman Türkleri de vardı), Yunanistan'a gönderildi. Bir kısmı 'döndü', 'ihtida etti' ve ölünceye kadar nüfus kağıdında kocaman bir D harfi ile yaşadı. İki milyona yakın insanın hayatı altüst oldu. Bu göçün en yürek yakan özelliği de isteğe bağlı değil zorunlu olmasıydı. Yani insanlar, göç etme konusunda gönül rızaları olmasa da zorunlu olarak karşı tarafa göç ettirilmişlerdi. Ne geldikleri yerde, ne gittikleri yerde tam anlamıyla mutlu olabildiler. Bırakıp geldikleri yerlerin hayaliyle yaşadılar.

Tarihte yaşanan bu ilk zorunlu göçle çoluk çocuk yaşlı genç demeden yüzbinlerce insan yerinden yurdundan uzakta ve yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya mecbur edildi. Evlerine dönme umudunu taze tuttular uzunca bir süre; sonra da yanıp tutuştular doğdukları topakların hasretiyle.

Tarihimizdeki bu kitlesel zorunlu göçe 'mübadele', bu dramı yaşayan insanlara da 'mübadil' diyoruz. Mübadeleyle göç edenler, bilgi ve sanat birikimlerini, kültürel ve folklorik değerlerini beraberlerinde taşıdılar; kuşkusuz mutfak zenginliklerini de. Bugün mübadillerin yoğun olarak yaşadığı İstanbul'un Tuzla, Küçükçekmece gibi semtleriyle İzmir'in Karşıyaka ve Buca semtlerinde, Söke'de, Didim'de, Samsun'da, Tarsus'ta özellikle de evlerde yaşayan mutfaklarda mübadelenin izlerini görmek mümkün. Bu lezzetli izlerin keyfini bütün çocukluğum boyunca doyasıya çıkardım, bir mübadil torunu olarak.

Bu yıl da Mübadele'nin 96. Yılında bu güzel insanları, mübadilleri anıyoruz. Giritliler Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Çengel liderliğinde dün Anıtkabir'de Büyük Atatürk'e bağlılık ve saygı duruşundan sonra Pembe Köşk'te İsmet Paşa'yı saygı ve sevgi ile andılar.

Ben de her 30 Ocak'ta olduğu gibi dostlarımla Mübadele'yi andık. Bu yıl anmanın adresi İstanbul'daki SG İmalathane idi. Bize bu anma için kapılarını sonuna kadar açan sevgili Selda Güleç'e bir kez daha teşekkürler..

Bugün Kuşadası'nda İkinci Girit Araştırmaları Sempozyumu başlıyor. Üç gün boyunca Girit'i ve Mübadeleyi konuşacağız. Yunus Çengel dostumuzun öncülüğündeki bütün bu çabaların kalıcı hedefi bir Girit Araştırmaları Merkezi'nin kurulması… Geçen ay Atina'daydık ve Yunanistan'ın Başkentindeki Küçük Asya Araştırmaları Enstitüsü gibi bir merkezimizin yokluğuna hayıflandık durduk…

Ben bugün Giritlilerin İzmir'in sosyal, kültürel ve siyasal yaşamındaki etkilerini anlatacağım… Kısa bir süre sonra notlarımı siz okurlarımızla da paylaşacağım. Bizler üçüncü kuşak mübadilleriz, dördüncü kuşağa ve sonrasına anılar bilgiler bırakmak adına bu türden çabalar çok önemli. Son çalışmalara emek ve destek veren herkese çok teşekkürler.