Göstermelik demokrasiyi kutsama oyunu Rusya-Ukrayna savaşı başlayınca tekrar sahneye kondu. Başta ABD ve tamamına yakını NATO üyesi olan Avrupa ülkeleri demokrasi kampanyası açtılar. Bir yandan da insan hakları ve hukuk kavramlarıyla içi içe olan demokrasiyi paspas gibi çiğnemekten çekinmiyorlar. Öteden beri belleğimizde, edebiyatı, resmi, musikiyi, tiyatro, bale, opera ve sinemayı yaşam biçimine dönüştüren 'Burjuva kültürü' kavramı yer etmiştir. Ama Dostoyevski'yi Tolstoy'u yasaklayan, dünyaca tanınmış Rus Orkestra şefi Valeri Gergiyev'i Münih Filarmoni Orkestrasından kovan uygulamaları gören aklı başında insanlar bunun da sahte olduğunu anlıyorlar. Yaratılan algılar yerle bir oluyor!

Ukrayna'dan gelen sarışın mavi gözlü sığınmacılara tüm kapıları açan Polonya ve batı ülkeleri, savaştan hemen önce Beyaz Rusya'dan gelen esmer ve Hristiyan olmayan göçmenleri tel örgülerinin arkasında açlık ve sefaletle baş başa bırakıyordu. İki yüzlülük ancak bu kadar olur! Çağdaş parlamenter rejimi özellikle Marksistler 'Burjuva Demokrasisi' olarak tanımlarlar. Acaba öyle mi? Yakın geçmişe bir göz atalım.

Hitler iktidara geldikten sonra 'Halkın arabası'nı üretmek amacıyla Ferdinand Porsche'yi görevlendirmişti. O da dilimize 'vosvos' olarak geçen Beetle (Böcek) otomobillerini üretti. Fabrika, dünya savaşı çıkınca savaş araçları imal eden bir büyük tesise dönüştü. Bugün dünya ölçeğinde bir firma olan VW'nin isim babası Hitler'dir.

Günümüzde otomotiv sanayiinde bir dünya devi olan BMW'nin kurucusu Gunther Qandt, Nazi Partisi üyelerindendi. O da savaş döneminde VW gibi savaş araç ve gereçleri üretti. Fabrikasında 50 bin savaş tutuklusu ve toplama kamplarından getirilen Yahudi işçileri çalıştırdı.

Ferdinand Hugo Boss 1924'te Hugo Boss fabrikasını kurduktan sonra 1931'de Nazi Partisi'ne üye oldu. Hitlerin iktidara geldiği 1933'ten, intihar ettiği 1945 sonuna kadar Alman ordusunun üniformalarını tasarımladı ve üretti. Bunlar arasında SS'lerin ve Hitler Gençlik örgütünün giysileri de vardı!

Savaş sırasındaki genç kuşaktan Kamprad, İsveç Faşist Gençlik hareketine üyeydi. Bu durum yakın zamanda İKEA'nin bir açıklama yapmasına yol açtı: 'Kurucumuz 70 yıl önce yaşananlardan dolayı birçok kez özür dilemiştir. Geçmişte yaşananların İKEA'nin çalışmalarıyla ilgisi yoktur.'

Ford markasının kurucusu Henry Ford, Nazilerin en sağlam destekçilerinden biriydi. Hitler'e yardım etmek için çeşitli bağışlar yapmıştı. Almanya Devlet Nişanına sahip ilk yabancı olarak biliniyor.

Günümüzün ilaç devi Bayer, Ölüm Meleği olarak tanınan Nazi Doktor Josef Mengele'nin deneylerine yardım eden İG Farben'i savaş sonrasında satın almıştı.

Renault'un kurucusu Louis Renault, Fransa'nın Nazilerden kurtuluşunun ardından işbirlikçi olarak yakalandı ve hapishaneye konuldu. Muhtemelen tutuklulardan biri tarafından öldürüldü.

Örnekleri çoğaltmak için arşivlerde çok ama çok belge var. Pekiyi bizdeki görüntüler iç açıcı mı? Olumlu yanıt vermek olanaksız. Her askeri müdahale sonunda kurulan kabinelerde sermaye örgütlerinin temsilcileri hevesle yer almışlardır. Örneğin Türk burjuvazisinin önemli ismi, TÜSİAD ve TİSK başkanlıkları yapan Şahap Kocatopçu hem 27 Mayıs'ta hem de aradan yirmi yıl geçmesine karşın 12 Eylül'de kurulan hükümetlerin değişmez üyesi olmuştur. Demirel'in hem Başbakanlık Müsteşarlığı hem de Devlet Planlama Müsteşarlığına (vekil) atadığı 24 Ocak 1980 kararlarının mimarı Turgut Özal 12 Eylül cuntası tarafından özenle Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı koltuğuna oturtulmuştur.

Darbeden önce Madeni Eşya İşverenleri Sendikası (MESS) Başkanı olan Özal artık işçi, köylü, esnaf, memur kısaca dar gelirlilere yaşamı zehreden uygulamaların efendisi olmuştur. Darbelerden sonra sermayenin tutumunu en net ortaya koyan işveren temsilcisi, tekstil patronu Halit Narin'dir: 'Şimdiye kadar onlar güldü biz ağladık. Şimdi gülme sırası bizde.' Türkiye burjuvazisinin önemli isimleri büyük olasılıkla çöpe attıkları Kenan Evren resimlerini yüksek paralarla satın almak için kuyruğa girmişlerdir.

Sağ politikacılar içinde en fazla darbeye maruz kalan Süleyman Demirel, Şili'de 1973 yılında halkın oyu ile iktidara gelen ve faşist General Pinoche'nin darbesine karşı savaşarak ölen Allende için 'Allende eyi gitti eyi. Tası tarağı toplayıp gitti' diyebilmiştir.

Akla şu soru geliyor ister istemez. Pekiyi, Avrupa'da çağdaş parlamenter sistemin ve demokrasinin gelişmesinde burjuvazinin payı yok mu? Bence buna evet demek pek zor. İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra yeniden sınırlar çizildi. Baltık ülkeleri, Polonya, o günkü Çekoslovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan sosyalist bloğa dahil oldular. Sol tüm dünyada ve özellikle Avrupa'da saygınlık kazandı. İskandinav ülkelerinde sosyal demokratlar, Fransa ve İtalya'da Komünist ve sosyalist partiler öne çıktılar. Almanya'da İG Metal, Fransa'da Sendikalar Konfederasyonu CGT, İtalya'da Genel İş Konfederasyonu CGIL, İsveç'te İşçi Sendikaları Konfederasyonu LO büyük güç kazandılar. Savaş sırasında işbirlikçilik yapan veya sessiz kalan patronlara karşı dişe diş mücadele verdiler, işçi sınıfına ve demokrasiye kazanımlar sağladılar. Burjuvaziyle çalışan sınıflar arasında dengeyi yansıtan günümüz demokrasisi böyle ortaya çıktı.

Küreselleşme sonunda patronlar bu kazanımları geri almaya veya azaltmaya çalışıyorlar. Dünyayı saran neo liberalizm dalgası, özelleştirmelerde, sendikal hakları budamakta kısaca beyaz ve mavi yakalıları fakirleştirmekte oldukça mesafe aldı. Ancak bir sürprizle karşılaştı. 19 ve 20. Yüzyılın proleteryasıyla mücadele ederken karşısında bilgi çağının prekaryasını buldu.

21. yüzyılda büyük değişimlere tanık olacağız; bu kesin. Sınırlar yeniden biçimleniyor. Her şeye rağmen Atlantik'in gücü Avrasya ve Pasifik karşısında geriliyor. Dünyayı saran emperyalist ahtapotun kolları gevşiyor. Tarihin pusulası, bağımsızlık isteyen ulusların ve demokrasi kavgasını başlatan prekaryanın başarısını gösteriyor.