Bir süredir düşünüyorduk. Ailecek. Buca'dan taşınalım mı..?
Taşınırsak, tüm merkezlere/işyerlerimize yakınlığı nedeniyle Alsancak'a mı,
yoksa en sıkı dostlarımızın bulunduğu Güzelyalı'ya mı?’¶
Nüfus kağıdında doğum yeri hanesinde "Buca" yazan, ilkokulu Vali Rahmi Bey'de, ortaokulu Gürçeşme Lisesi'nde, liseyi Buca Lisesi'nde, yüksekokulu Buca Eğitim'de bitirip ilk görevini Şirinyer Lisesi'nde yapan,
Şirinyer nikah dairesinde evlenip yıllar yılı Buca'da oturan, Buca'da evsahibi olan,
Doğduğu ev Buca'da,
annesi babası ve şimdilerde ağabeyi de Buca'da oturan biri, niye Buca'yı terk eylemeyi düşünür ki diyebilirsiniz?
annesi babası ve şimdilerde ağabeyi de Buca'da oturan biri, niye Buca'yı terk eylemeyi düşünür ki diyebilirsiniz?
Çok da haklısınız.
Gelin görün ki, ben de haklıyım.
Yıllar yılı (ve hala) benim ve eşimin işyeri Alsancak'taydı, gidip geldik.
Çocuklarımın okulları Buca dışındaydı, onlar da servislerle gidip geldi.
Arkadaşlarımızın neredeyse tümü Buca dışındaydı, taşınıp durduk.
Ne zaman bir yemeğe, bir sinemaya, bir tiyatroya, bir konsere gidecek olsak, haliyle hep Buca dışındaydık.
Kısacası Buca bizim (belki de birçoğumuz) için hep "otel" gibi oldu; yaşadığımız değil de yatmaya geldiğimiz geçici bir semt adeta.
Buna rağmen, şikayet ettik ama gidip başka bir semte taşınmayı ciddi ciddi hiç düşünmedik, bu konuda hiç ciddi hesaplar/planlar içinde olmadık.
Çünkü insanın cidden "doğduğu yere/toprağa karşı" bir aidiyet duygusu var, sokağına, çamuruna, esnafına, yolda kimbilir kaç bin kez karşılaştığı aşina yüzlere karşı duyduğu alışkanlık/rahatlık var. Ve belki de bu nedenle hisettiği/duyumsadığı bir güven duygusu var.
Bu duyguyu işte, terk edemedik, terk etmeyi düşünmedik.
Taaa ki, son iki seneye gelinceye dek...
Daha önce çalıştığım gazetelerde Yeni Asır'da, Yenigün'de kimbilir kaç kez yazdım; Buca'nın "yaşanacak" değil, "yatılacak" bir ilçe olduğunu.
Yollarının yol olmadığını, trafiğinin gün günden çekilmez hal aldığını, pazaryerinin pazar olmadığını, gidecek Allah için bir sinema olmadığını,
Üniversite kenti olmasına rağmen, "üniversite kenti kimliği" taşımadığını,
Bırakın kültürel bir faaliyeti, sabah ya da akşamüzeri çıkıp yürünecek yolu bile bulunmadığımı kimbilir kaç kez dile getirdim.
Rahmetli Piriştina'ya Buca ile ilgili kimbilir kaç kez sitem ettim, ondan "Ne yapayım Gönül, Buca'ya deniz mi getireyim" lafını yedim.
Aziz Bey'e kimbilir kaç kez "Bornova'yı ihya ettiniz, biraz da Buca'ya dalsanız" deyip ondan kimbilir kaç kez Buca'ya yaptıklarını anlatan uzun söylevler dinledim.
"Haklısın. İnsanlar Buca'yı otel gibi kullanıyorlar" diyen Cemil Başkan'la bu talihsizliği tersine çevirecek girişimler üzerine kimbilir kaç kez konuştum; onunla birlikte Buca çevresini kimbilir kaç kez turladım.
Yaptıklarını takdir ettim, (siyasi nedenlerle) yapamadıkları için kimbilir ne kadar çok hayıflandım/üzüldüm.
Ama... Ama ne yazık ki,
Buca'nın yolları hala yol değil,
pazaryerleri hala pazaryeri değil.
Allah için hala bir sineması yok.
Hala tiyatro salonu yok.
Hasanağa dışında (ki orası da aynı bir terane) yürüyüş yolları yok.
Bir tane Kipa gibi, Carfuer gibi, Park Bornova gibi; içinde marketi, sinemaları, oyun salonları, spor merkezleri, yiyecek-içecek mekanları olan kompleksi D&R tarzı içinde kitabınızı/derginizi/cd'nizi bulabileceğiniz bir dükkan bile yok.
Etini, sütünü, sebzesini meyvesini, balığını, yağını, tuzunu, simidini, boyozunu, ekmeğini, pidesini, çerezini, her tür yiyeceğin en iyisini Buca'dan satın alan ben;
Özsüt, Hasanağa, Mavi, LCV Buca'ya şube açınca çocuk gibi sevinen, ama çocuklarımın doğum gününde güvenle/lezzetle alınacak bir pasta bulamadığım için Alsancak'ın yolunu tutmak zorunda kaldığım için hala hayıflanan ben;
Dün geceden bu yana "doğduğum yer"den gitmeli miyim, kalmalı mıyım muhasebesi/çelişkisi içindeyim.
Kara kara düşünüyorum.
Hangisini yapmam doğru?
Hangisini yaparsam, içimdeki "ben" huzur bulacak, doğruyu yaptığından emin olacak?
Bunu da yarına bırakalım.