Peş peşe gelen salgınlar, kırılgan bir ekonomi, ülkeyi kutuplaştıran siyasetle acı ve gözyaşından oluşan 2021 yılı son ayında son darbesini de vurdu; tıp ve musiki dünyamızın unutulmaz ismi Alaeddin Yavaşça'yı aramızdan aldı! Bu haberle sarsılırken belleğim gerilere, 15 Haziran 2008 gününe gitti. Yine Türk Sanat Müziğinin kayan yıldızı üstat Avni Anıl'ın cenazesine… İzmir Valiliği'nin önündeki devlet törenine İstanbul'dan gelen Alaeddin Yavaşça da katılmıştı. O günlerde CHP Grup Başkanvekili olarak Trabzon'da bir etkinlikteydim. Avni Anıl aynı zamanda CHP Bilim Kültür Sanat Platformu üyesiydi. Üstadın son yıllarındaki ilişkimiz dostluğa dönüşmüştü. Törene zar zor yetişebilmiştim. Yavaşça'nın elimi sıkarken yüzündeki acı ifadesi belleğime demir attı uzun süre. Bu yüzün görüntüsü söylenecek her cümleden ve kaleme alınacak her yazıdan daha anlamlıydı.
1926 doğumlu Yavaşça ile 1928 doğumlu Anıl Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençliğin simgesiydiler. Orta sınıf ailelerin güç koşullarda yetiştirdiği eğitimli, yetenekli ve giderek birikimli örnek Cumhuriyet yurttaşlarıydılar. Avni Anıl İstanbul Haydarpaşa Lisesi'ni bitirdikten sonra Polis Enstitüsünden mezun olmuş, kısa süren meslek yaşamından 1955 yılında ayrılarak İstanbul Radyosunda çalışmaya başlamıştı. Emin Ongan başkanlığındaki Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde başlayan müzik serüvenini ömrünün sonuna kadar sürdürmüş, unutulmaz besteleriyle ölümsüz kişiler arasında yerini almıştı. Musiki ve Nota Dergisini çıkarmış, yazdığı dört ciltlik Musiki Sözlüğü'nü müzik dünyasına armağan etmişti. 1998 yılında Devlet Sanatçısı unvanını alan Avni Anıl yaşamının seçimini yaparak İzmir'e yerleşmişti. Efes Oteli'nin yemyeşil çimleri üstünde mütevazı masamızdaki rakıları yudumlarken anılar denizinin ufuklarına yelken açtığımız günlerin özlemini duyuyorum. Yaşam film şeridi değil ki geriye sarasın!
Arkadaşı Avni Anıl'ın tabutunu omuzlamak için İstanbul'dan gelen Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça'nın ölümünü duyunca o günleri anımsadım. 1 Mart 1926'da dünyaya gelen Yavaşça Kilis Kemaliye ilk ve ortaokulunda okumuş sonra İstanbul Erkek Lisesi'nden mezun olmuştu. 1951 yılında İstanbul Tıp Fakültesini bitiren üstat başarılı bir tıp adamıydı. Kadın doğum uzmanı olan Yavaşça birçok hastanede çalıştıktan sonra Haseki Hastanesi Başhekimliğinden emekli olmuştu. 54 bilimsel makalesi bulunmaktaydı.
Sadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk, Sadettin Arel, Dr. Suphi Ezgi ve birçok musiki üstadından ders ve katkı alan Yavaşça 1950 yılında açılan sınavı kazanarak İstanbul Radyosu'nda solist ve icracı olmuştu. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Ses Bölümü Başkanlığına atanan Prof. Yavaşça buradan ikinci kez emekli olmuş ve Haliç Üniversitesi'nde göreve başlamıştı.
Yavaşça'nın ölüm günü TRT Müzik kanalı arşivinden çıkardığı bir söyleşiyi yayınlıyordu. Avni Anıl, Yavaşça'nın okuduğu Kilis ilk ve ortaokulunda, Bozcaada'daki yazlığında ve Haseki Hastanesi Başhekimlik odasında onunla konuşuyordu. Aralarda da Yavaşça kendi bestelerini seslendiriyordu. Program bir kere daha duygulandırdı beni. Cumhuriyetin yetiştirdiği bu değerlerin yitip gitmesine ve daha da ötesi bıraktıkları boşlukların bir türlü doldurulmamasına duyduğum üzüntü de cabası…
Bir iki iyi örnek bana darılmasın sakın. Adı üstünde onlar istisna! Ama açın Türk Sanat Müziği yayınlayan kanalları. Şarkıların tamamına yakını Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Teoman Alpay, Yusuf Nalkesen, Avni Anıl, Alaeddin Yavaşça ve onlar gibi değerli ama aynı kuşağın bestekarlara ait. Yeni kuşaktan gelen eserler bırakılan boşluğu doldurmuyor, dolduramıyor!
Siyasette aynı boşluk yok mu diyeceksiniz. O alandaki örnekler daha da kötü. Osmanlıca Kaht-ı rical sözcüğü devlet adamı yokluğu anlamına geliyor. Boşluğu da argo ile külhanbeyi ağzı kullanan çakma siyasetçiler dolduruyor. Parlamentoda, mitinglerde, her türlü etkinlikte kullanılan, alçak, namussuz, terörist, vatan haini, cibilliyetsiz sıfatları sorumsuzca kullanılıyor.
Siyaset dünyamızda o kadar büyük boşluk var ki Milli Eğitim Bakanı deyince akla Hasan Ali Yücel, Dışişleri deyince Tevfik Rüştü Aras, Adalet deyince Mahmut Esat Bozkurt, Sağlık deyince Dr. Refik Saydam geliyor. Genç Cumhuriyet dönemi bakanlarının yeri hala doldurulamadı. Dava konusu olmamak için kötü örnekleri sıralamak istemiyorum. Sayıları o kadar çok ki!
Her ile kurulan üniversitelerse ayrı bir alem. Hukuk Fakültesine atanan veteriner dekan mı dersiniz, üniversitelere atanan eski milletvekili rektörler mi dersiniz… Dünya bilimine eserleriyle damga vuran Türk bilim adamları da maalesef yabancı ülkelerin üniversitelerinde çalışıyor.
Kamu görevlerine adına mülakat denilen ucube sistemle alınan memurlar hakkında her gün çıkan haberler iç karartıyor. Yazılıda birinci olan gençlerin mülakatta umutları çalınıyor.
Siyasi partilerin içinde demokrasiden başka her şey var!
Örnekleri uzatmak ve çoğaltmak olası elbette…
O zaman Alaeddin Yavaşça üstadın kendi sesinden ünlü bestesi kulaklarda çınlıyor:
Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok!