Altmışlı ve yetmişli yıllarda yoksul kırsal göçmenlerin kentlere yığılması, yeni bir dizi sosyal ve kültürel dönüşümü de beraberinde getirdi. Gecekondu, sosyal bilimcilerin bu süreci anlatmak için kullandıkları temel kavram haline geldi.
Gecekondu, sadece derme çatma ve başını sokacak bir barınak anlamına gelmiyordu. Aynı zamanda kente kitleler halinde yığılan yoksul kırsal göçmenlerin dayanışmasını da ifade ediyordu. Her ne kadar bu yıllarda gecekondu örgütlenmesinde sosyalist hareketler de boy verse de, asıl dayanışma gelenekseldi. Akraba, hemşeri dayanışması öndeydi. Buna zamanla inanç temelli birliktelikler de eklendi.
Kente tutunmak, uyum sağlamak için, barınma ve iş bulmada kullanılan bu mekanizma her ne kadar geçici bir araç gibi görülse de zamanla yerleşik hale geldi. Hatta sendika ve meslek örgütlerinden daha kolay kurulabilen ve kayırmaya daha elverişli olanaklar sunuyordu.
Hemşerilik ve mezhepsel dayanışma ile kente göçenler sürekli yeniden üretmeye başladılar. İmar, konut edinme ve istihdam gibi can alıcı konularda belediyelerle daha yakın ilişkiler geliştirerek, bu kesim siyasete ağırlığını koymaya başladı.
Geleneksel dayanışmanın sağladığı birlikte hareket etme potansiyeli siyasal partilerde giderek daha etkili olmalarının da yolunu açtı. Parti yerel örgütlerinde ve belediyelerde etkili olan bu dayanışma biçimi doğal olarak siyasetin tarzını da değiştirmeye başladı.
Belediye yönetimleri, parti yerel örgütleri siyasete ağırlığını koyan bu geleneksel dayanışma ağlarına göre şekillenmeye başladı. Kentlerin büyümesi, belediyelerin artan istihdam kapasitesi, imar yetkileri, merkezi hükümetin de imar afları ile birlikte, kentteki dayanışma mesleki ve sınıfsal yapıyı da alt üst etti.
Hiçbir meslekten elde edilemeyecek gelirler imar afları ve yeni imar planları ile elde edilir oldu. Çok katlılaşma sayesinde yoksul kırsal göçmenler sınıfsal konum değiştirmeye başladı. Hatta sınıfsal konum değiştirmenin ya da refahı yükseltmenin en kestirme yolu bu oldu.
İmar planları, imar afları ve çok katlılaşma sayesinde, kent bir rant kaynağına dönüştü. Esas kavga bu alana yönelince siyasette sendikalardan ziyade hemşerilik ve mezhep dayanışması daha etkili olmaya başladı.
Büyükşehirlerde belediye başkan adaylarının, belediye meclis üyeliklerinin ve parti örgütlerinin oluşumunda ve denendiği zaman önseçimde de bu geleneksel dayanışma görüntüleri damga vurur hale geldi.
Doğal olarak da siyasi faaliyetin ana konuları olarak demokrasi, insan hakları ve hukuktan ziyade pratikte inşaat, imar, ihale ve personel alımında kayırma ağırlık kazandı.
Yerel yönetimlerde de başkanlık olsun, belediye meclis üyelikleri olsun, inşaat ile ilişkili meslek sahipleri yoğunluğu hissedilir hale geldi. Müteahhit, inşaat malzemeleri satıcıları belirgin olarak öne çıktı. Bazılarının meslek tanımında avukat, mimar, mühendis yazsa da onların reel olarak ne ile meşgul olduklarını incelerseniz yine inşaat ve imar işleri karşınıza çıkar.
Dolayısıyla bu siyasetin önceliği demokrasi, hak, hukuk ve ülke ya da kentin kamusal meseleleri olmuyor. Parti ayrımı olmaksızın.