Nobel ödüllü Dünya Edebiyat Klasikleri arasında,
çarpıcı kurgusu ve olay örüntüsüyle göze çarpan
Sineklerin Tanrısı ünlü İngiliz yazar, William Golding imzalı bir başyapıttır.
Eseri bu denli önemli yapan şey ise,
çağ bağımsız vurgulanan global meseleleri
mikro dünyamızda şekillendirme ve analiz etme olanağı sunmasıdır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiliz donanması için yetiştirilen bir grup erkek çocuğunun, savaşın etkilerinden korunma amaçlı uçakla güvenli bir alana nakledilmelerini konu alan eserde, çocukların teknik bir arıza nedeniyle ıssız bir adaya düşmeleriyle başlayan olay örüntüsü, dönem toplumunun ahlaki ve politik güdümlü güç mücadelesine de ayna tutar.
Eser her ne kadar bir avuç çocuğun hayatta kalma yaşam mücadelesini işlese de, modernizmin etkileri dahilinde değer bilinci (ya da yozlaşması) çerçevesinde hala geçerliliğini koruyan global bir fotoğraf niteliği taşır.
Güç odaklı çatışmaların çocukluk döneminde içselleştirildiği ve ahlaki kuralların yitimiyle kaosa sürüklenen bir avuç çocuğun gözünden,
yetişkinlerin modern düzen algısı, duyarsızlaşma,
özgürlük duygusu ve kuralsızlığın çekici portresinde,
yasalar, hak, hukuk, adalet ve güvenli yaşam dediğimiz
bütüncül refahın kuralsızlık ilkesiyle hicvedilirken,
bireylere içine doğdukları toplumu ya da birimi seçme şansı verilmediği,
ama yeniden anlamlandırma ve dönüştürme eksenli bir alternatifin her daim mümkün olduğu teması göze çarpar.
Masumiyetin kaybıyla başlayan otorite mücadelesi,
kabul görmüş tüm sosyal normları yerle bir ederken,
insani erdemlerin yitimi bireyin topluma yabancılaşmasını da birlikte getirir.
Spekülatif korku senaryolarıyla toplumu kontrol altında tutma girişimlerinin etkisi günümüzün de gerçeği değil mi?
Bilinçsizliğin ve yaşamsal cehaletin yol açtığı kaosun faturasını kimler nasıl öder?
ve dahası, tercihlerimizle şekillenen yaşantılarımızın bütüne etkisini görebilme yetisini yitirdiğimizde ne olur?
Cevabı kitabın en çarpıcı satırlarında buldum:
'Cahilliklerini bilmenin utancı içindeydiler ve bilgisizliklerini de nasıl açıklayacaklarını bilmiyorlardı.'
Kuşkusuz, insan doğasının karanlık yönleri, akıl ve sağduyu ile dengelenir.
Baskıcı toplumlarda, mantığın yitimiyle aklın sesini duyulmaz kılan güç hırsı, eşitlik ve özgürlüğün önünde kalın bir duvar gibi yükselirken, bireylerin yalnızlaşması sonucunu da beraberinde getirmektedir.
İyi ve kötünün görece fakat rekabetin mutlak olduğu bir dünyada,
aklımızın 'ıssızlığı' uygarlık seviyemizin skalası diyebilir miyiz?
Hangimizin yelkenlisi eminsizliğin yarattığı şüphe ve huzursuzluk denizinde hedefine varabilir ki?
Uygarlığın vahşet, iyiliğin kötücül güçlerle kıyasıya kapıştığı tuhaf bir dünya düzeninde,
insan diye tanımlanan şey belki de yine usta yazar Golding'in satırlarında saklı.
'Aydınlık olduğu sürece, yeterince yürekliyiz.'
Medeniyet aydınlığa ulaşma hikayemizdir.
Hikayeye sahip çıkmak da yürek işi.
Önümüzde amansız şekilde yükselen global duyarsızlık duvarını aşmadığımız sürece,
insan doğasının karanlık yüzünden yansıyan o korkunç manzaraya maruz kalacağız.
Bilgilendirme: Akademik çalışmalarımın yoğunluğu nedeniyle bir müddet köşe yazamayacağımı siz değerli okurlarıma bildirmek isterim. Yeniden görüşünceye dek, sevgi ve sağlıkla kalın.