Bir Ramazan daha geçti!


Ben Romanesk denen ilkçağ’’ın sonu ile ortaçağın başlangıcında inşa edilen o kale gibi sağlam görünümlü ve sade kiliseleri yapı olarak beğenirim. Gotik ve Barok mimari örneği yapılar yukarıda da belirttiğim gibi sanatsal açıdan insanı fevkalade etkilese de bana itici gelir. Bu mabetlerdeki şaşaa, ihtişam ve zenginlik ile din arasındaki bağlantının tersliğine şaşarım, ve hep dünyevi zenginliği küçümseyen hatta iten, bunun yerine sevgiyi ön plana çıkaran Hazreti İsa’’nın, kendi adına yapılan böyle şatafatlı, altın buhurdanlıklar, altın şamdanlarla donatılmış bir kiliseyi kalkıp görse üzüntüsünden düşüp bayılacağını düşünürüm!..
Son yıllarda ülkemizdeki Ramazanların yaşanış biçimi de bende aynı hissi uyandırmaya başladı.

Cami’’nin ibadet edilen kısmında, cami avlularında, türbelerde iftar açmalara, sokaklarda Guinness rekorlar kitabına girecek uzunlukta iftar sofraları kurmalara kadar giden bir sürü görgüsüzlük örnekleri!..
Bütün medyada Ramazan sofralarını daha da zenginleştirmeye yönelik reklamlar, tarifler, lüks otellerin iftar menüleri, resmi kurum ve kuruluşların bitmek tükenmek bilmeyen iftar ziyafetleri.

Bir vıcık vıcıklıktır aldı başını gidiyor. Bu vıcıklık, Osmanlı’’nın son döneminde de özelliklede İstanbul’’da yaşanmıştı. Oruç tutuyoruz diye bütün gün insanlar uyumuş, sonra da aynı bu günkü gibi zengin konaklarında iftarlar açılmıştı. Bu iftarlardaki zenginlik ve şaşaa malum görgüsüzlükte diz boyu idi. Konak sahipleri işi, diş kirası adı altında bu ziyafetlere gelenlere bahşiş vermeğe kadar götürmüşlerdi. Sonra ver elini direklerarası, kantolar, şarkılar, göbekler, her türlü çapkınlık, sonra bir gusül abdesti, bir de sahur yemeği, haydi vur kafayı yat uyu, ertesi iftara kadar.
Bir de o dönemdeki Anadolu insanını düşünün, veremden, sıtmadan kırılan, samanla karışık undan ekmek yiyen sersefil insanlar’… Osmanlı, Anadolu insanının bu sefaletini görmemiş bile.
Sadece İstanbul’’ da yaşanmış o zevki sefa içinde geçen Ramazan mı bize dinimizin emrettiği ibadet biçimi?Ben bu tür bir ibadet şeklini, bize sadeliği de emreden dinimizle bağdaştıramıyorum.
Ramazan ayında insanların 12-14 saat aç kalıp sonra bütün yıl yediklerinden daha farklı gıdalarla kendilerine ziyafet çekmelerinin manasını anlamıyorum.
Ramazan ayında insanların bu ayı bir şenlik ayına, bir israf ayına değil bir ibadet ve arınma ayına döndürmeleri gerekir.
Ramazanda mademki yoksulun halini anlayacağız, sahurda ve iftarda son derece sade ve sağlıklı beslenmeli, ibadetimize ağırlık vermeli, hayrını gizlice ama servetimizle münasip ölçüde kırmadan, incitmeden yapmalıyız.
Hiç olmazsa Ramazan ayında, Kur-an’’ı Türkçesinden, anlayarak mutlaka okumalıyız. İnsanlığın yararına işlerle uğraşmalı,haram parayla kurulmuş sofralardan, yolsuzlukla edinilmiş servet sahiplerinden uzak durmalıyız. Esasında bunları her zaman uygulamalıyız.

Dinimizde yeri olmayan sapkınlıklardan (türbelerde iftar açmak gibi) kendimizi korumalı, oruç tutuyoruz diye sinirli olup insanları incitmekten kaçınmalıyız. Kısaca doğru dürüst, temiz müminler gibi yaşamalıyız.
Türkiye’’de son yıllarda insan ilişkileri inanılmaz değişti. Görünürde halkımız daha dindarlaştı veya ibadetini sokağa taşıdı. Yıllarca evvel bir İranlı diplomat bana, ’“ Humeyni devriminden önce biz, evimizde ibadet eder, dışarıda eğlenirdik; şimdi dışarıda ibadet ediyor, evimizde eğleniyoruz’” demişti. Maalesef Türkiye’’de de aynı şeyler yaşanmaya başladı. Bizim evimizde büyükler, evin en tenha ve en uzak odasında namaza dururlar, Kur-an’’ı odalarına çekilip okurlardı. Şimdi her türlü ibadet mutlaka reklam filmi gibi, başkalarına gösterilerek yapılıyor. Hele yapılan hayırlar, neredeyse cazgırlarla ilan edilecek!...
Sokağa düşen ibadet yanında, birde tam bir tezat teşkil edecek şekilde kabalık, saldırganlık, edepten yoksunluk aldı başını gidiyor. Hiç kimse nezaket kurallarına uymuyor.
Köy yerinde bile bir nezaket vardır; Bahar nineyi iteleyip önüne geçemezsin veya Kadri dedenin karşısına geçip, bacaklarını açıp, kaykılarak oturamazsın. Büyük büyüklüğünü, küçük de küçüklüğünü bilir.
Tüm bu dejenerasyonların sebebi kim ve kimler? İnsanları sadaka kültürüne alıştırıp, yardımla yaşamayı normal bir şeymiş gibi gösterenlerin bu konudaki etkileri ne kadar olabilir acaba?

Ramazan bitiminde bize üç günlük bayram verilmiş. İşte o bayramda önce yoksulları ve çocukları sevindirmeliyiz. İmkanımız varsa ziyafetler vermeli, eğlenmeli ve bu neşeyi sevdiklerimizle paylaşmalıyız..
Tüm dostlarımızın Ramazan Bayramlarını kutlar, hayırlı bayramlar dilerim. Hep hayırlar içinde kalın’…

Not: 6 Eylül’’de İzmir kurtuluşumuzun, arifesini yaşattı bizlere. Bugün de kurtuluşu yaşıyoruz. İzmir sen çok büyüksün’…