Nasıl bir dünya istersiniz?Geçip giden her yılın anıları güzel olsun.
Bizim çocuklarımız ’“taş atan çocuklar’” olarak anılır oldu.’¶
Çocuklar büyüyecek’… Kaç yıl sonra arkalarında kalan acılara rağmen geçmiş yıllarını anacaklar. Nasıl anlatacaklar, ne diyecekler?Çocukların taş atmadan yaşayacakları bir coğrafyada çocuklarımız oyun oynayacaklar mı acaba?
Bizler gibi top oynayarak büyüdükleri sokak aralarında, komşu teyzenin camını kırdıkları için yedikleri azara rağmen yine de toplarını geri isteyecekleri ’“sokak araları’” olacak mı?Sokak aralarında top oynayan kaç çocuk gördük etrafımızda’… Kaç çocuk kaldı ve top oynanan sokaklara ne oldu?
Kırdığımız pencere camları, işittiğimiz azarlar yok oluverdi hayatımızdan. Çekiliverdi bütün geçmiş. Sokak araları, çevirdiğimiz çemberlerin sesleri, kırılan camların şangırtısı, misketlerin gıcır gıcır olanları yok artık.
Çocuklarımız, oyun oynamıyor. Bizler oyun oynayarak, masallarla büyüdük. Ama çocuklarımıza oyun oynamayı öğretmemişiz meğerse’… Kocaman kocaman çocuklar olsak, çocuklar gibi olsak, çocuklar gibi şen şakrak bağrış çağrış içinde uçurtmalar uçursak! Çok mu zor?Hala yapılabileceğine inanıyorum.
Ne biz ne de bizim çocuklarımız hatırlıyor çocukluklarını. Biz unuttuk, yetmedi onların unutması için elimizden gelen her şeyi yaptık’…
Uçurtmalar uçmuyor artık gökyüzünde.
Eskiden kafamızı kaldırır gökyüzüne bakardık. Gökyüzüne bakmak için bir nedenimiz olmasa da, masmavi gökyüzü bizim için denizler gibiydi, mutluluk verirdi. Dinginlik katardı yaşamımıza.
Artık hiç birimiz durup dururken gökyüzüne bakmıyoruz. Unuttuk mutlu olmayı, etrafımızda mutlulukları görmeyi.
Unuttuk mu gökyüzünü?
Unuttuk mu küçücük sevinçlerden doğan mutlulukları’…
Hala değiştirebiliriz. Hala gökyüzüne bakabiliriz. Hala gökyüzünde uçan uçurtmaları küçücük elleriyle çocukların uçurduğunu hayal edebiliriz.
Uçurtmanın ipini tutan küçücük ellere yardım eden ellerimizle tutunabiliriz hayatın her rengine’… Masmavi gökyüzünde gezinen uçurtmaların kuyrukları salınırken, belki de bizim hayatımızdır bir o yana bir bu yana savrulan’…
Bütün zamanı durduracak kadar gücümüz var. Ben inanıyorum.
Günün bir yerinde, hatta tam ortasında veya günün herhangi bir saatinde yolda yürürken yavaşça durabiliriz.
Durup etrafımızdaki insanlara, çocuklara bakabiliriz.
Onları tanımasanız bile, onlar sizin durduğunuzu fark etmese bile, onlara gülümseyebilirsiniz’…
Sizin gibi bu sokakta, bu kentte ve bu dünyada yaşıyorlar’…
Onların da sevinçleri, hüzünleri, kırgınlıkları ve belki de size bile kızgınlıkları var’…
Sonra kafanızı kaldırıp hiç sebep yokken gökyüzüne bakabilirsiniz.
Belki aynı anda dünyanın herhangi bir yerinde sizin gibi yapıp gökyüzüne bakan başkaları da vardır.
Onların gülümsediğini hissedebilirsiniz ve o zaman sizde gülümseyin.
Bizim hayatlarımızda olup bitenlerin geride bıraktıkları izler, tahta kapının arkasına çakılan çivilerin bıraktığı izler gibi’…
Birilerine kızdığınız zaman kimseyi kırmamak için ve kimseye görünmeden gidip tahta bir kapının arkasına bir çivi çakın’… Öfkenizi dindirmiş olursunuz. Öfkenizi çivi çakarak yendiğiniz için sonradan üzüleceğiniz bir söz ağzınızdan çıkmamış olur’… Kimseyi kötü sözle kırmamış olursunuz.
Tahta kapınız yoksa bir tahta bulun. Eskiden çocuklukta marangozculuk oynadığınız tahtalardan biri olabilir.
Gençlikte çaktığınız çivilerin ne kadar çok olabileceğini, böyle bir oyuna zamanında başlamış olsaydınız ne kadar çok çivi çakmış olabileceğinizi düşünün bir kere’…
Gençlik geçer, sonraki yıllarda biraz olgunlaşırsınız’… Öyle derler.
Sonra çaktığınız çiviler azalır. Artık daha az öfkelenip daha az çivi çakmaya başlamışsınızdır. Hayat biraz daha ilerlemiş olur ve belki de kızdığınız insanlar çekip gitmiştir bu dünyadan. Belki de hayatınızdan çekilmişlerdir’…
Artık fark edersiniz, çivi çakmak için zaman da geçmiştir ve hiç çivi çakmıyorsunuzdur.
Şimdi sıra bir zamanlar çaktığınız çivileri sökmeye gelmiştir. Oyunu tersine çevirme zamanıdır artık.
Çaktığınız çivileri bu defa her sinirlendiğinizde sökmeye başlayın.
Etrafınızda kalan insanlara, kalan dostlarınıza her kızdığınızda bu defa önceden çaktığınız çivileri bir bir sökün.
Hayatınız biraz daha geçmiştir.
Artık kızacak dostlarınız bile kalmamış olabilir.
Tahtaya çaktığınız çivilerin sökülmesi bile yavaşlamıştır.
Bir gün gelir öfkeyle çaktığınız çivilerin hepsi sökülmüş olacaktır.
Artık hayatınız, çakılan çivilerin söküldükten sonra bıraktığı izler gibidir.
2009 yılının son günü, son kalan çiviyi söktüm.
Geriye kalan izlerin çokluğundan ve bıraktıkları izlerin derinliğinden üzüntü duydum.
Ne kadar çokmuşlar ve ne kadar derin izler bırakmışlar’…
Her şeye rağmen geriye dönüp baktığımda yaptıklarımdan ötürü hiç duymadığım pişmanlıklar üzerine kurulu hayatımın geçip giden yılları’…
Çok güzeldi ve çok daha güzel olacak.
Aslında bütün bunlar herkesin hayatında bir gün durup kafasını kaldırıp masmavi gökyüzüne baktığında gülümseyebildikleri mutluluklardır geçip giden yıllar’…
Sonra gelecek yıllar için hissettikleriniz’…
Bir gün gökyüzünü rengarenk uçurtmalar kaplayacak. Bu anı düşünün.
İşte bu anı, herkesin hayatını etkileyeceğiniz gücü ellerinizde tuttuğunuz uçurtmanın ipini tutar gibi tutmalısınız.
Durun! Şimdi cümlenin en güzel yerindesiniz ve sakın kıpırdamayın. Gülümseyin.
Cümlenin tam da en güzel yerinde durup, hayatı değiştireceğiniz yıllarınızın çoğalmasıdır dileğim.