Bir fikir… bir inanç…bir bilgi…

İnsan düşüncesinin bir tasarımı olan fikir, kendi nesnesini yaratma özelliğiyle bilgiden ayrılır. Fikirler tarihe getirilir ve onu getirene bağımlı değildir.
Bir inanç, -fikirde olduğu gibi- kendi nesnesini yaratır fakat onu getirene bağımlıdır.
Bir bilgi, kendisinden bağımsız bir nesneyle ilgilidir.
Atatürk'ün tarihe getirdiği fikir, dağılan Osmanlı İmparatorluğu ardından antiemperyalist Anadolu ihtilalini gerçekleştirmek ve bağımsız, çağdaş, laik Cumhuriyet'i tarihsel varlığa katmak olmuştur.
Yeryüzünde emperyal dönem sonlanırken ortaya çıkan ulus devlet kavramı ve Cumhuriyet devrimi, bağımsızlık ve çağdaşlık fikrinin yarattığı kendi nesnesidir. Ve bu fikir, onu getiren Atatürk'ten bağımsızdır. Bağımsız olduğu için de dogmatik değildir.
Bu bilgi bize ne ifade ediyor?
Biliyoruz ki, bugün bir inancın takipçileri tarafından yargılanmakta olan Cumhuriyet ve Aydınlanma fikrine yönelen tehdit, bir inancın bir fikri yok etme eğiliminde olmasından kaynaklanmaktadır. Bir inancın takipçileriyle bir fikrin takipçileri karşı karşıya gelmiş veya getirilmiştir.
Nur cemaatleri ve onların arasından öne çıkan Gülen cemaati bu karşı karşıya gelişin tipik örneğini oluşturmaktadır.
İslamiyeti getiren Kuran'a dayanarak yazılan Nur Risalelerinden Gülen cemaatine uzanan inanç zinciri, din normlarını talep etmekte olup bu inancı getiren kişiye bağımlıdır. Cemaatleşen toplumlar tek boyutludur; bir fikri değil bir inancı izler.
Kamusal yaşamın talep ettikleri ve çağdaş hukuk normlarının getirdikleriyle seküler ve laik bir devlet örgütlenmesi olan Cumhuriyet ise, kamusal alanın düzenlenmesi ve insan hakları açısından, din gruplarıyla ilişkilerini laiklik ilkesine göre düzenler, din normlarına göre değil.
Cumhuriyetçi olmak bir fikri izlemeyi gerektirir. İnanç ise hayatımızın metafizik gereksinimidir.
Tam da sorunun çıktığı yer burasıdır. İslamcılar iktidar olabilmek için inancı siyasallaştırıyorlar. İslamiyeti bir ideolojiye dönüştürüyorlar.
Siyasallaşma sonucu inanç olmaktan çıkıp bir fikre dönüştüğünde İslamiyet tarihe katılan bir fikir olarak dünyevileşir ve her tarihsel sistem gibi yok olur gider.
Müslümanlar buna izin verirler mi bilemem ama, İslamiyeti siyasallaştırmak, sosyal ve ekonomik bir sisteme dönüştürmek, islami inanış biçiminin sonunu getirir.
Din ve etnisite guruplarının var olduğu toplumlarda, Müslümanların inançlarını özgürce yaşayabilmelerinin ve sahip oldukları islami değerleri koruyabilmelerinin teminatı demokrasidir. Demokrasinin inşası ise, sekülarizasyon ve laisite ile mümkün.
Toplumsal mutabakatı konuşacaksak buradan başlamak gerekir.
Grup haklarını önceleyerek, yasa ve kuralları din normlarına dayandırarak kamusal yaşam alanlarını düzenlemek, toplumsal barışın temeline dinamit koymakla aynı şeydir.
İktidar sarhoşu islamcı kadrolar, yazarlar, kanaat önderleri bu mesele hakkında kafa yormayı gereksiz buluyorlar. Gücün kendilerinde olduğuna inandıklarından, bütün ülkeyi önlerinde diz çöktüreceklerini zannediyorlar.
Toplumsal barış tam olarak çöktüğünde bunları konuşmak için çok geç olacak.
İslamcı ve ırkçı dayatmalar, uzlaşma koşullarını her geçen gün biraz daha zora sokuyor.
Bir inancı takip edenlerle bir fikri takip edenlerin tartışma düzlemi bu olmamalı.