Güncel

Baro Başkanı avukata şiddeti anlattı: Duruşmada bile saldırıya uğruyoruz!

Adalete güvenin azaldığını belirten İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz, “Yargının ne kadar bağımsız ve tarafsız olduğu, verilen kararlardaki gerekçelerde görülüyor. Siyasallaşan bir yargı var. Bir yüksek mahkeme, bir başka yüksek mahkemenin üyelerini şikayet ediyor. Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor. Avukat şiddet gördüğünde, alelale bir şiddetmiş gibi görülüyor. Siz bizi yok sayarsanız, hukuka inanç da güven de kalmaz” dedi.

EGEDESONSÖZ  - İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz, SONSÖZ TV’de Narin davasından İzmir’in Çernobili’ne, cezaevlerinin durumundan adalete güvene kadar çok önemli değerlendirmelerde bulundu. Gazeteci yazar Muhittin Akbel’in sorularını yanıtlayan Başkan Yılmaz, avukata şiddetin artık alelade bir olaymış gözüyle bakıldığını, oysa göreve sırasında avukata yapılan saldırının, bir hakimin veya savcının görev sırasında uğradığı saldırıyla ilgili ceza maddesiyle yargılama yapılması gerektiğini söyledi.

ÜYE SAYIMIZ ARTIYOR, GENEL KURULA KATILIM ORANI DÜŞÜYOR

20 Ekim’de gerçekleşen İzmir Barosu Genel Kurulu ile ilgili değerlendirmelerde bulunan İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz, Çağdaş Avukatlar Grubu’nun üst üste 4. kez seçildiğini hatırlattı. Başkan Yılmaz, şunları söyledi:

“Biz İzmir Barosu olarak genel kurullarımızı iki yılda bir yapıyoruz. Avukatlık yasasına göre, sonu çiftle biten yıllarda barolar, genel kurullarını tamamlar. 2022 yılında yaptığımız genel kurulda 7 bin 500 dolayında üyemiz oy kullandı. 20 Ekim’de yaptığımız genel kurulda ise 7 bin 700 meslektaşımız oy kullandı. Her ne kadar oy kullananların sayısı 200 dolayında artmış olsa da hem genel  kurula katılım, hem de mevcut üye sayısına orantıladığımızda katılımda düşüş olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki ilgi azaldı. Son genel kurul öncesi İlçe Seçim Kurulu’na 13 bin 508 kişilik hazirun listesini verdik. 2022’deki seçimde ise 11 bin 900’dü. Sayımız artıyor ama seçime katılan sayısı azalıyor. Bunun birçok sebepleri olabilir, sadece şudur diyemem. Sanıyorum, Baro’yu genç meslektaşlarımıza yeterince tanıtamamışız. Gençlerimizin bir kısmı genel kurula gelmedi. Bazı arkadaşlar mazeret bildirdiler, gelemediler. Bir kısmı da nasıl olsa Çağdaş Grup kazanacak diye gelmedi! Bazı arkadaşlar da genel kurul yapılacağını bilmediklerini söylediler. Oysa aylar öncesi, sosyal medya hesaplarımızdan duyurduk, SMS gönderdik. Fakat sonuç, tüm kurullarda Çağdaş Avukatlar Grubu üst üste dördüncü dönem seçim kazandı. Bu bir yarıştı. Dört grup yarıştık. Bizim yönetim, denetim, disiplin ve TBB delegasyon listemizdeki arkadaşlar, 24 kişilik kadroyla İzmir Çağdaş Avukatlar Grubu, meslektaşlarımız tarafından yetkilendirildi. İki yıl daha biz bu göreve devam edeceğiz. Genel kurula katılan, katılamayan, bize oy veren, vermeyen tüm meslektaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Seçimden sonra gruplar konuşulmaz. Biz İzmir Barosu’yuz. Her zaman meslektaşlarımızın yanındayız. Arkadaşlarımız hangi gruptanmış, hangi düşüncedenmiş, hiçbir önemi yok; herkese çok yakınız.”

NARİN DAVASINDA SAĞLIKSIZ BİR YARGILAMA VAR

Diyarbakır’da katledilen 8 yaşındaki Narin Güran davasına da müdahil olmak istediklerini ancak mahkemenin bu taleplerini kabul etmediğini anlatan Başkan Yılmaz, 7 Kasım’daki duruşmayla ilgili tespitlerini ortaya koydu:

“7 Kasım’da İzmir Barosu olarak oradaydık, bizzat ben de gittim o duruşmaya. Olayın ilk günlerinde Diyarbakır Barosu Başkanımızla sık sık görüşme yaptım. Benimle birlikte 52 Baro’dan başkan, başkan yardımcısı vardı. 52 baro ve Türkiye Barolar Birliği oradaydı. Barolar ve Barolar Birliği, bu davaya da müdahil olmak istedi ama orada da talebimiz reddedildi. Bizim suçtan zarar görmediğimize hükmetti mahkeme. Orada tutuklu olan dört kişi var; anne, ağabey, amca ve üçüncü bir şahıs.  O duruşma üç gün sürdü. Duruşmayı izlerken, inanın ben 40 yıldır bu işi yapıyorum, ben dahil hiçbirimiz bir sonuç çıkaramadık. Orada çok şey konuşuldu ama hiçbir şey söylenmedi! Hiçbir sonuç olmadı. Tüm sanıklar çapraz sorguya alındı ama hiçbir sonuca ulaşamadık. Narin nerede öldürüldü, kim öldürdü, nasıl öldürdü? Bu soruların hiçbirinin yanıtı alınamadı. Sadece üç sanık bir kişiyi, o bir kişi de üç kişiyi suçladı. Ortada koskoca bir bilinmezlik var. Orada bence son derece sağlıksız bir yargılama var. Keşke Barolar müdahil olabilseydi. Farklı, daha çok gözle olaya bakılır, dava sürecine katkı konulabilirdi. Ne yazık ki o fırsatı bize vermediler. Dediğim gibi çok şey söylendi, hiçbir şey anlatılmadı!”

GAZİEMİR’DEKİ NÜKLEER ATIĞIN ETKİSİ İZMİR’DE BİR SALGIN GİBİ YAYILABİLİR

İzmir Barosu’nun, İzmir’in Çernobil’i olarak bilinen Gaziemir’de nükleer atıklarla ilgili, Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’na gönderdiği mektupla ilgili değerlendirmelerde bulunan Başkan Yılmaz, şu görüşlere yer verdi:

“Bu alanda her koşulu değerlendirmek zorundayız. O alana getirilen nükleer atıkların kayıtları var. Nükleer çubuklar var orada ve son derece tehlikeli. Öyle ki etkisi, toprak altında olmasına rağmen 100 yıl sürüyor. Apar topar bir firma, temizleme işini yapmaya kalktı. Çevre sağlığı açısından çok tehlikeli şeyler yapılıyor. Orada çalışan insanlar hemen kapının önüne çıkıyorlar ve otobüse biniyorlar. Hiçbir önlem yok. Böylece o problemi tüm İzmir’e taşıyor olabilirler. Bir salgın gibi, virüs gibi yayılabilir. Tüm başvurulara rağmen gerekli önlemlerin alınmadığını biliyoruz. Bunun önüne geçmek gerekiyor. O alanlardan biri de Uluslararası Atom Ajansı’dır. Oradan gelecek bir sonuç, inşallah bizim yetkililerimizi uyarır. Acaba şöyle mi düşünüyorlar: Kepçelerle o alanı kaldıralım, oradaki zararlıları bir yerlere götürelim, sonra da bugün nükleer atıkların olduğu yeri imara açalım! Herhalde düşünceleri bu. Uluslararası alanlarda hakkımızı arayacağız elbette. Fakat bildiğimiz bir şey daha var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları uygulanmıyor bu ülkede. Bakalım idari yönden nasıl bir sonuç alacağız, biz de merak ediyoruz. Umarım sağlıklı bir sonuca ulaşırız.”

OLUR OLMAZ HER ŞEYDEN TUTUKLAMA YAPARSANIZ, TABİİ Kİ CEZAEVLERİ YETMEZ

Türkiye’nin adeta bir açık cezaevi olduğu iddiasını ortaya koyan İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz, cezaevlerinin sayısı ve kapasitesiyle ilgili açıklamalarda bulundu:

“Türkiye’deki 403 cezaevi var ama aslında Türkiye’nin tamamı açık cezaevi zaten! Konuya böyle bakmak gerekiyor. Bugün en küçük bir muhalif sözü söyleyenin içeride olduğu bir süreci yaşıyoruz. Tutuklamaya sevk edilmemesi gereken insanlar hapse gönderiliyor. Barış için seslenenler, bu ülke için bir şeyler yapmak isteyenler de içeri alınıyor. 403 cezaevimiz var. Dünyada bu kadar çok cezaevinin bulunduğu bir başka ülke yoktur. 300 bin mahkum, 50 bin tutuklu! Tabii ki cezaevleri yetmez. Şakran cezaevi 2 bin 500 kişilik ama 5 bin 500 kişi kalıyor. Birçok cezaevi yaptılar, yenilerini yapmaya devam ediyorlar. Kapasite dolduğu için tutuksuz yargılayalım dediklerini de düşünmüyorum, çünkü tutuklamalara devam ediyorlar. Olur olmaz her şeyden tutuklama yaparsanız, tabii ki cezaevlerinde yer kalmaz. Baştan da dediğim gibi Türkiye, açık bir cezaevidir.”

HİÇBİR DÖNEMDE BÖYLE BİR ŞEY YAŞANMADI

Türkiye’de hukuksuzluk ve cezasızlık üzerine bir adalet sistemi olduğuna dair eleştirileri değerlendiren Başkan Yılmaz, avukata şiddet konusuna da değindi:

“Demokrasinin kural ve kurumlarının işlediği ülkelerde hukukun üstünlüğünden bahsedilir. Hukkuun üstünlüğünün en temel argümanı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıdır. Şimdi yargı bağımsız ve tarafsız mı? Yargının ne kadar bağımsız ve tarafsız olduğu, verilen kararlardaki gerekçelerde görülüyor. O kararların gerekçesi, ben taraflıyım, diye bağırıyor. Son yıllarda çok ciddi bir şekilde siyasallaşan bir yargı var. 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi üyelerini şikayet etti Yargıtay’a… Bir yüksek mahkeme, bir başka yüksek mahkemeden şikayetçi oldu, dava etti! Dünyanın hiçbir yerinde olmaz bu. 101 yıllık cumhuriyetimizin hiçbir döneminde böyle bir şey yaşanmadı. Günümüzde kimse kimseyi tanımıyor. Anayasa mahkemesi kararları uygulanmıyor. AİHM kararları uygulanmıyor. TBMM’nin vermiş olduğu bir karar yok hükmünde sayılıyor. Böyle bir durumda hukuk güvenliğinden, hukuka olan inançtan bahsedebilir misiniz? Avukatlar, barolar bu davalardan uzaklaştırılıyor. İkinci barolar kuruluyor. Avukatlar şiddete uğradığında, Baro olarak müracaat ettiğimizde, alelade bir kavga, şiddetmiş gibi bakılıyor. Oysa Avukatlık Kanununda açık hüküm var. O madde diyor ki, görevi sebebiyle uğradıkları şiddetten dolayı, hakim ve savcılara karşı yönelen bir davranış biçimi olarak görülür, o maddeden yargılanır! Hakim ve savcılar, duruşma salonunda kendileriyle ilgili bir olay olduğunda, tutanağa geçirirler, hakaret derler, dava açarlar anında. Öyle bir hale geldik ki, biz avukatlar, duruşma salonunda saldırıya uğruyoruz. Haciz mahallinde saldırıya uğruyoruz. Avukatı davanın tarafı olarak gören bir anlayış var. Oysa avukat, taraf değil, vekildir. O davanın taraf vekiliyiz. Bu koşullarda sesini kısarsanız, olmaz. Biz avukatlar, kadının, çocuğun, doğanın, engellinin sesiyiz. Siz bizi yok sayarsanız, bu iş olmaz. Orada demokratik bir yapı da olmaz. Hukuka inanç da kalmaz,  güven de olmaz, o zaman herkes kendi adaletini kendisi sağlamak ister. Yaşadığımız budur; hukuksuzluk, cezasızlık, sorumsuzluk.”