Bak evlât!

Bak evlat!..

Sen bilmezsin eski aşkları...

Sevgiliye bir kez dokunduğunda, günlerce aptal gibi dolaşmaları...

Yazlık sinemaların önünde volta atmaları da bilmezsin sen evlat...

Şimdi 'Yazlık sinema da ne?' deme bana...

Bu çok uzun hikaye...

Neyse...

Pastanede sevgiliyi beklerken, nereden gelecek diye sandalyeleri değiştirip durdun mu sen hiç...

Hoş!..

Pastane kültürün de yok ki senin...

Adresin ya sıtarbaks, ya simit sarayı!..

Sen, bizim yaşadığımız aşk korkularını yaşamadın ki çocuk!..

Haber alamayınca sevgiliden, kapısının önünde turlamalara kafan basmaz senin...

Bak evlat!..

Emesen, fesbuk, vatsap falan yoktu bizim zamanımızda...

Hele hele telefon zengin aksesuarıydı mütevazi mahallemizde....

Sevgiliyi öpmenin bir ömre bedel olduğu günleri de görmedin sen malesef...

Yok, yok!..

Öyle dudaklarından öpmek falan değil kastım...

Yanağa ürkekçe kondurulan masum bir 'buse' bahsettiğim...

Ahhh...

O 'buse'nin, kalpte gök gürültüsü gibi çıkardığı sesi duymanı çok isterdim senin...

Bak evlat!...

Sen hiç mektuplar da göndermedin sevgiliye...

Sakın ha!..

Yazdığın o kısa mesaj saçmalıklarıyla karıştırma bunu...

Sizin...

'Cemere', 'kerele', 'terele're benzemezdi o mektuplardaki satırlar...

Kenarları güllerle...

Üstleri kalplerle süslü, kokulu kağıtlardı onlar...

Bak evlat!...

Kızma bana...

'Aman baba yaaa!' falan da deme sakın...

Tamam!..

Sen de böyle sev...

Esemes at...

Emesene ekle...

Fesbuktan dürt...

Vatsaptan takip et...

İnstegrama falan yükle...

Hatta ilşki durumunu bir var, bir yok yap...

Ammaaa!..

İşin cılkını çıkarma...

En azından 'Seni seviyorum' derken karşısına dikil, öyle söyle...

'Aşkımmmmmm…' diyeceksen, önünde eğil, öyle söyle...

Kısacası...

Attırma benim tepemi...

Kırarım önce o ayfon 8'ini, sonra da keserim internetini...