Atatürk, İzmir’i öyle sevmişti ki…

Bugün Pazar…

Alıştık bu köşede hemen her Pazar Atatürk'ten söz etmeye…

Bu kez…

Mustafa Kemal Paşa'nın 'İzmir Sevgisi'ni dile getirelim…

Aslında Ulu Önder'in İzmir anıları ciltlere sığmaz…

Az duyulmuş ancak…

Her biri 'Hayatın İçinden' bu anılardan bazıları o kadar anlamlı ki…

Belki, ilk kez okuyacaksınız…

Ama, inanın…

'Hayat Dersi'nden farksız bu anıları çok beğeneceksiniz…

KRAL KONSTANTİN NİYE BU ŞEHRİ ALMAK İSTEMİŞ Kİ?

İzmir'e girdikten sonra üzerinde sivil elbise, bir kaç arkadaşıyla Kramer Palas Oteli'ne gelir Atatürk… Salona girerlerken, Rum bir garson dikilir karşısına… 'Yerimiz yoktur efendim' der… Mustafa Kemal, 'Canım şöyle bir köşeye sığışsaydık...' karşılığını verir… Bozuk Türkçesi ile garson direnir: 'Mümkünsüzdür efendim yerimiz yoktur...' O sırada müşterilerden biri O'nu tanır, 'Mustafa Kemal Paşa!' diye bağırınca herkes fırlar alkışlar, çığlıklar yükselir… Bu sefer aynı Rum garson: 'Emriniz paşam?' diye sorar…
Gazi, garsona: 'Kral Kostantin İzmir'e geldiği zaman buraya oturup bir kadeh rakı içti mi?' diye karşılık verir...
'Hayır Paşa efendimiz...'
'Yazık' der Mustafa Kemal, 'Öyleyse neden İzmir'i almak istemiş' diye ilave eder…
Atatürk Kramer Oteli'nde oturup rakısını yudumlarken, grubu seyrederek, 'İzmir'in kordon boyunda güneşin batışını seyrederken bir bardak içki içmek dünyanın en mutlu olaylarından biridir' dediğini unutmayalım…

'BU ÇOCUKLAR İŞTE BENİM NESLİM…' DİYEREK AĞLAMIŞTI…

12 Nisan 1934 saat 19.00'da geldiği İzmir Şehir Gazinosu'nda, 'Uzun senelerden beri bu kadar güzel manzara karşısında bu kadar güzel bir bira içmedim, burası ömür bir yer' demişti… Aynı gece İzmir Palas salonlarında Hakimiyet-i Milliye Okulu çocuklarının menfaatine verilen baloyu şereflendirir… Ali isminde bir öğrenci ortaya gelir, fakat heyecanından bocalar, konuşamaz... Derken küçük Ali coşar kendinden geçer, kollarını ona doğru uzatarak içten gelen bir sesle, 'Senin ismini andıkça, senin resmine baktıkça, seni karşımda görünce damarlarımda bir şeylerin kaynadığını duyuyorum. Ah seni doya doya öpmek istiyorum' diye haykırır…
O zaman, Atatürk de kollarını açar, 'Öyleyse gel...' der… Ali koşar boynuna atılır, diğer çocuklar durur mu?
'Biz de, biz de...' diye bağırarak koşarlar. Öperler... öperler... Vali Kazım Dirik, paşalar, yaverler, herkes heyecandan ve sevinçten ağlamaktadır… Bir avuç Türk yavrusunun içten gelen coşkunluğu, O'nu sarsmış, heyecanlandırmıştır… Gözlerine dolan yaşları zapt etmek için dudaklarını ısırır, sonra heyecandan titreyen sesle yanındakilere dönerek:
'İşte benim neslim bunlar... Bunlarla biz akranız' der…

KÖYLÜ'DEN ATA'YA: 'BENİ BU KADAR MI KÜÇÜK GÖRDÜN?'

Atatürk bir gün (12 Ekim 1925) İzmir'den Nif'e (Kemalpaşa) gidelim buyurdu… Giderken yolu şaşırdı şoför, bir tereddüt geçirdi… Orada bir ihtiyar, çift sürüyordu... Atatürk, 'Şu köylüye sor yolu…' dedi… İhtiyara işaret ettiler geldi… Gözünü Atatürk'e dikti… Bir şey söylemeden gözünün içine bakarak duruyordu… Atatürk, 'Ne bakıyorsun baba gözüme?' dedi… O da, 'Sen Gazi paşamız olmayasın?' karşılığını verdi… Atatürk de, 'Evet, ben Gazi Paşayım…' dedi… İzmirli çiftçi, 'Dur, evvela ben senin ayağını öpeceğim…' demez mi? Açık arabanın hemen kapısını açtı, yığıldı ayağını da öptü elini de Atatürk'ün… Mustafa Kemal, 'Sağ ol baba, biz yolumuzu şaşırdık' dedi… Anlattı yolu köylü... Atatürk Salih Bey'e (Bozok) 'Babaya bir şey ver de çocuklarına bir hediye alsın…' dedi… Salih Bey çıkardı 200 lira uzattı… Salih Bey'in eline vurdu köylü… Atatürk'e dönerek, 'Paşam bu ne, sen bize vatanımızı, ırzımızı, namusumuzu, dinimizi, bütün varlığımızı hediye etmiş adamsın bir de üstüne para veriyorsun… Beni bu kadar küçük mü gördün sen?' dedi… Adam öyle bir heyecanla konuştu ki, Atatürk çok tesir altında kaldı. Hepimizin gözünden yaş akıyordu… 'Çocukların var mı?' dedi Atatürk… İki tane karşılığını alınca, yaverine döndü, 'Salih adresini al babanın, çocuklarını Ankara'ya götürüp orada okutalım', köylüye de, 'Çocuklarını ben okutacağım…' dedi… Yaşlı adam, 'Allah ömür versin' derken, yine sarıldı ayaklarına, kaldırdılar elini öptü, oradan ayrıldı…'

O'NU İZMİR'DE HAMALLAR BİLE ŞAPKAYLA KARŞILADI…

Yazar Falih Rıfkı Atay İzmir gibi aydın çevreler varken ilk şapkayı niçin Kastamonu'da giydiğini Mustafa Kemal'e sorar ve şu cevabı alır:
'İzmir halkı beni birçok defa gördü… Eğer orada şapka giysem bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğu gibi kabul ettiler.'
Şapka devrimi yıllarında 11-16 Ekim 1925'de Atatürk Karşıyaka'ya vapurdan başında hasır bir şapkayla çıkmış; İzmirliler de kendisini başlarında şapka ile karşılamıştı… Halk şapka namına ne varsa başına geçirmişti… Silindir şapkalı hamallara bile rastlanmıştı…

'BİRAZ DAHA KAZARSANIZ TÜRK'ÜN ÇARIĞI ÇIKAR…'

Atatürk 13 Nisan 1934'te Bergama'ya gelir… Antik yerler ve Asklepion gezilir, Osman Beyatlı ve Alman arkeologlar açıklama yaparlar… Eski uygarlıklar üzerine hayranlık derecesine varan anlatımlar yapıldıkça Atatürk sıkılmaya başlar ve 'Biraz daha kazarsanız Türk'ün çarığı çıkar' diyerek yabancı hayranlığı yerine Türk kültürüne ağırlık vermek gerektiğini çok güzel bir biçimde dile getirir…

'AÇIN PERDELERİ… MİLLET NE VARSA GÖRSÜN…'

1926'da İzmir'de Naim Palas'ın alt kat taşlığında kurulan kalabalık sofrada, perdeler kapatılınca, 'Açın! Kapıları ardına kadar açın. Ne varsa millet görsün ve bilsin ki biz işte böyle yemek yiyoruz, böyle içki içiyoruz... Merak ederler önce birikir, bakarlar, sonra görürler anlarlar ve kendi işlerine giderler' demişti…

Gerçekten de söylediği gibi çıkmıştı önce uzanıp baktılar sonra çekilip gittiler… Atatürk resmi ve hususi hayatında, itiyatlarını ve telakkilerini saklayıp gizlemek, olduğundan ayrı gözükmek için hiçbir riya perdesine ihtiyaç görmedi… Kusurlarını, eksiklerini benimsenmeyecek taraflarını, 'İnsanlardan biri' olmanın tabiiliğine bağlamış, perdelemek ihtiyacı hiç duymamıştı…

Sonsöz: 'Ben bütün İzmir'i ve bütün İzmirlileri severim… Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim…