Asrın soygunu (1)

24 Ocak 2011 tarihli ve "Kim Bu Adamlar" başlıklı yazımda, YeditepeÜniversitesi Öğretim Görevlisi E.Cemil Tarhan'ın belgeli iddialarına yer vermiş ve Türkiye'nin AKP İktidarının yanlış yönetiminden dolayı, 2007 yılına kadar fazladan 60 Milyar Dolar faiz ödemesi yaptığını söylemiştim.

Konu üzerine uzman arkadaşlarım çok ciddi bir çalışma yaptılar ve millet olarak yediğimiz kazığın tutarının çok daha fazla olduğunu gördük. Bu raporu özet olarak sizlerle paylaşacağım.

Sizlerden ricam, konuşma cesareti olan ekonomistlere ve anlı şanlı televizyon ekonomistlerine de bunları duyurmanız ve görüş alabilmenizdir.
Bu yazacaklarımızdan, AKP'nin Ekonomiden Sorumlu eski Bakanı Nazım Ekren'in ve Devlet eski Bakanı Kürşat Tüzmen'in haberleri olduğunu ve Bakan Ali Babacan'ı defalarca uyardıklarını net olarak biliyoruz.
Sonuç mu, Babacan hala Bakan hem de ekonominin patronu, diğerleri kabine dışında...
Rapor özetle; Sayın Tarhan'ın belirttiği soygun, 60 Milyar Dolarla kalmayıp, Türkiye ekonomisini kökten sarsacak niteliktedir. 60 Milyar Dolarla neler yapılabileceği bir tarafa, Sayın Tarhan'ın ortaya ispatı ile koyduğu rakamsal veri olan meblağ, direkt Türk üreticisinin sermaye birikiminden çıkmış, üretim ve yeni yatırım imkanlarını baltalanmıştır.
Bugün yaşanan işsizlik ve cari açık sorununun altında 2002-2007 yılları arasında AKP hükümetinin ilkel, cahil ve inat ekonomi politikaları yatmaktadır.

Sayın Tarhan iyi niyetli olarak 2003 yılında zararın 7 Milyar Dolar, 2004 yılında 11 Milyar Dolar, 2005 yılında 17 Milyar Dolar, 2006 yılında 25 Milyar Dolar olduğunu belirtmiştir. Bu verileri bulurken
ortalama iç borç faizini, %17,5 olarak almıştır. Oysa 2003 yılında hazine borçlanmaları %40-50 aralığında başlamıştı. Yani döviz bazında zarar, AKP'nin kura yatay seyir izletmeye başladığı anda, o günkü iç borç düzeyi olan 94 Milyar Dolar üzerinden işlemeye başlamıştır.

Dolayısıyla 2003 yılı zararı, Sayın Tarhan'ın bahsettiği 7 Milyar Dolardan kat be kat fazladır. AKP Hükümetinin, bu daha önce alınmış bir borçtur diyerek ortaya çıkan zarardan kendisini sıyırmasına imkan yoktur. Zira Başbakan Erdoğan, meydanlarda kürsülerde dövizin fiyatının düştüğünü, bunun da iyi bir gelişme olduğunu, bunun kendilerinin eseri olduğunu defalarca söylemiştir. Hatta kullandığı ifade bu " iyi gidişata" insanların şaştığı şeklindedir. Eğer bu; Hükümet inisiyatifinde öngörülüp gelişmiş bir durum idiyse, hükümete geldiklerinden itibaren neden çok ucuz bir şekilde dövizle borçlanılmadı?..

2003 yılı Temmuz ayında önce Bakan Babacan'a, 2004 yılında da Bakan Nazım Ekren'e ve Bakan Tüzmen'e; Bazı bilim adamları, bazı araştırmacılar ve bazı işadamları tarafından; " O günkü mevcut TL borç yükünden dolayı kur çapasıyla devam edilmesi gerektiği, hazinenin o günkü konjonktür itibarı ile Merkez Bankasından borçlanarak, iç borcun bir miktarından kurtulunabileceği, yapılacak faiz tasarrufuyla ortaya çıkabilecek enflasyonist etkinin giderilebileceği, anlatılmıştı.

Bunların anlatılmasının sebebi, Sayın Tarhan'ın raporunda belirtilen zarar konusunda AKP'nin uyarıldığını ve Bakan Tüzmen'in de işin bilincinde olduğunu belirtilmesidir.
Dolayısıyla soygun, 2003 yılında 7 Milyar Dolarla başlamamış olup, AKP'nin hükümete geldiği 2002 Kasım ayında uygulamayı öngördüğü kur ve borçlanma politikasıyla başlamıştır.

Bu soygundan, hükümetin döviz kurunu yatay seyir izleteceğinden haberdar olan herkes pay almıştır. Soygunu sadece dışarıdan para getirip hazineye verenlerle sınırlı tutmak doğru değildir. Hükümetten kur politikasıyla bilgi alan ve buna göre pozisyon alan herkes bu soyguna dahil olmuştur.

Böyle bir yapay kur ayarlamasının getireceği sonuç ekonomi dilinde
"Ahlakî Riziko'dur."
Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti 79 yıllık tarihi süresince 94 Milyar Dolar iç borç yaparken, beş yıllık bir süre zarfında 105 Milyar Dolar iç borç daha yaparak, 199 Milyar Dolara ulaşmıştır. Buna 2002 de, 4,7 Milyar Dolar olan piyasadaki paranın 17,6 Milyar Dolara çıkmasını da ilave etmek gerekir.
Bu rakama beş yıl boyunca verilen %6,5 faiz dışı fazla dahil değildir.
Bu faiz dışı fazlanın verilebilmesi için yapılan özelleştirme gelirleri de, faiz olup uçup gitmiştir...
Elde kalan tek şey bu beş yılda artan 37 Milyar Dolarlık rezervdir. Bu da uygulanan kur yoluyla enflasyon düşürmenin bir aracıdır. İç borç artışı, faiz ödemelerinin borcun üzerine eklenmesi ile olurken bu gelir bir taraftan enflasyon yaratmış, ancak diğer taraftan kur düşük tutularak enflasyon önlenmeye çalışılmıştır. Yani hem gemlere asılınıp hem de kırbaç vurulmuştur.
Enflasyonun düşüş sebebi mali disiplin ve %6,5 faiz dışı fazladan ziyade, Türk insanının tüketeceği ciddi bir meblağın yurt dışına transfer edilmesidir. Düşük kur yoluyla yabancı üretici sübvanse edilmiştir!..
Yüksek faizin tasarruf getirmediğinin en çarpıcı göstergesi AKP hükümetleri zamanında verilen cari açıktır. Çünkü üretim ve tüketim bir döngüdür. Üreten insan kazanç sağladığı takdirde tüketebilir.
AKP hükümetleri zamanında, üretici bir taraftan kur baskısıyla yabancı üreticiyle rekabet etmesi güçleşirken, diğer tarafta yüksek YTL faizi ve hükümetin faiz dışı fazla vermek için topladığı dolaylı vergilerle maliyeti arttırmıştır. Vatandaş ürettiğinden kar edemez ve tüketemez
hale gelmiştir.
Enflasyonun düşüş sebebi çoklu nedenlerden kaynaklanırken bunların başında Uğurhan Tunçata'nın "Sorgulama" adlı kitabında belirtilen M1(emisyon+vadesiz mevduat), GSYIH oranının, 11 Eylül saldırısı ve Irak Savaşı ile dünyada görülmemiş bir para arzının Türkiye içindeki düşük basınçlı para akışıyla kabul edilebilir seviyelere gelmesiyle olmuştur. Yurtdışında bollaşan para zamanla, geç de olsa hazine
bonolarının faizini düşürebilmiştir. Bu konuda hükümet inisiyatif almak yerine işi piyasaya bırakmıştır.
Kredi kartları kullanımı yaygınlaşırken, vatandaşın bireysel kredilerle birlikte paraya ulaşımı kolaylaşmıştır. Para kıtlığında kredi kartları ve bireysel kredi kullanımında bile vatandaş, faiz
olarak çok büyük bir meblağı finansal kesime ve dolayısıyla bu miktarda kredilerin kaynağı olan yurt dışına transfer edilmiştir.

Ne yazık ki sadece kuru düşük tutup, enflasyonu hasbelkader düşürüp, faizi indirmek ve nihayetinde kamu finansman açığını kapatmak olan hedefine rağmen, hükümet tüm dünyada olup bitenden habersiz, kendine "enflasyonu düşürdüm" diye paye çıkarmaktadır.
AKP Hükümetinin hedefi krize girmemek, günü ve iktidarı kurtarmak, Devletin saçtığı paralardan yandaşlarına her türlü payı çıkarmaktır. Oysa Sayın Tarhan'ın bahsettiği 60 Milyar Dolar( kanaatimizce 100 Milyar Doların üzerinde bir meblağ) da dahil olmak kaydıyla, iktidar olan bir hükümet tarafından, uygun olan dış ekonomik konjonktürde hem dış gereksinim dışarıdan, hem de iç likidite ve borçlanma T.C Merkez Bankası'nın senyorajı kullanılarak rahatlıkla karşılanabilirdi.

Yapılan soygun, iç borç ve dış borç olarak direkt muhasebeleşmemiştir. Önce üretici, bir yanda kur baskısı ve bir yanda faiz maliyetiyle ezilmiştir. Bu dönemde kapanan işletmeler ve yapılamayan yeni
yatırımlar hep bu soygunun sonucudur. Çünkü karlılık ölmüştür. 2002 yılındaki 94 Milyar Dolar iç borcun 199 Milyar Dolara çıkması sadece bir artış değil aynı zamanda sermaye yapısının değişimidir.

Üretemeyen orta sınıf ve iş bulamayan düşük gelir grupları neticesinde gelir dağılımı daha da bozulmuştur. Gelir dağılımının bozukluğu, şekli bir sorun değil geniş kitlelerin üretememesi, ürettiğinden kar edememesi ve iş bulamaması sonucudur. Bu durum sosyal patlamaya giden
en kısa yoldur. Bu sonuç ekonomik olarak; dış ticaret açığı ve kapatılamayan bu açığın cari açık olarak ortaya çıkması olarak kendini göstermiştir.
Cari açık aslında günümüzde açık ekonomili bir ülkeye haddinden fazla giren para ile olur. Yani cari açık finanse edilmez, fazla finansman cari açık olarak yurt dışına çıkar.
Yüksek getirili, karlılığı önceden öngörülmüş AKP borçlanmaları cari açığın en önemli sebebidir.
Soygun bir sefer için çalınmış para değildir. Bu borçlanmalar Türkiye'yi mahvetmiş, katma değerli üretimi öldürmüştür. Bu günkü dış ticaret açığının ve işsizliğin esas sebebidir.

2007 den bu güne faiz rahatlıkla düşürülememektedir(tüm dünyada düşmüş olsa da) çünkü kur cari dengeyi sağlayacak seviyede değildir.

2002 den bugüne oluşan hasar neticesinde kur cari dengeyi kısa sürede sağlayacak bir enstrüman olma özelliğini yitirmiştir. Oysa bakıldığında bu borç yüküyle Türkiye'nin cari açık değil, cari fazla hedeflemesi gerekir.

17 Ocak 2011 de Maliye Bakanı Mehmet Şimşek neredeyse mükemmel resmin belki tek sıkıntılı boyutunun cari açık olduğunu söylemişti. İşsizlik AKP hükümetinin hiç umurunda değilse de, cari açık problemi başlı başına tüm ekonominin yanlış rotada sevk edildiğinin işaretidir. Cari açık ve işsizlik problemini çözmek için ekonomide her şeyi yıkıp tekrar yapmak gerekir. 9 sene israf edilmiş ve yüzyılın başında Türkiye'nin önündeki tarihi fırsat heba edilmiştir.
AKP Hükümetinin kendini başarılı saydığı diğer bir husus olan büyüme 2002-2007 arasında uygulanan bu yanlış borçlanma politikalarından hayli etkilenmiştir. Şişirilmiş büyüme rakamları işsizliğe çare
olmamaktadır.
2002 yılında var olan kayıt dışı ekonomi, ki yine bizim vatandaşımızın ekonomisidir, büyük darbe almıştır. Bir hükümetin görevi kayıt dışını, kayıt altına almaktır. Kayıt dışını yok etmek değildir. Kayıt dışının büyük bir kısmı küçük üreticilerdir.
Selim Somçağ'ın "Türkiye'nin Ekonomik Krizi 2006" alı kitabında bu hükümetin katma değer endeksiyle nasıl oynayarak(kriz zamanında, kur baskısı altında katma değer endeksini arttırarak) büyümeyi yüksek gösterdiği açıkça ortaya konmuştur. Çok dikkat edilmeli ve incelenmelidir ki, nihai hesapta yabancıya satışlar, ülke geliri olarak gösterilmekte ve sanki GSMH artışı gibi algılanmaktadır. Milli gelir artıyor gibi görülse de "milli" gelir içindeki yabancının payı artmaktadır. Türk insanının, oy veren insanın geliri artmamaktadır.
Bu anlatılanlar yabancı düşmanlığı olarak algılanmamalıdır. Mesele Türk vatandaşının, kendi hükümeti tarafından yurt dışındaki otomatikleşmiş, mekanikleşmiş parasal düzene, "ya yurt dışındakinden akıllı ol, ya da yok ol" mantığı ile ezdirilmesidir. Sade Türk vatandaşının büyük çoğunluğunun usta global iş dünyası ile baş edecek bireysel gücü, bilgisi olması beklenemez.
Bu durumda hükümetin kendi vatandaşını korumasa bile, dezavantajlı konuma düşürmemek birincil sorumluluğudur.

Soygunun tarihini 2008 krizine dek uzatır isek, 100 Milyar Doların üzerindeki kayıp sadece kamunun kaybıdır. Soygunla birlikte ekonominin, soygunun yapılış şekline binaen aldığı darbenin boyutu ise hesaplanamayacak kadar büyüktür. Pek çok işletme, işsizliğe rağmen kapatılmış veya yabancıya satılmıştır. Yeni, gündoğumu sektörler bir sanayi politikası olmaması ve kur-maliyet makasında karlılık olmaması neticesinde yeşerememiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bugün başka bir konumda olacak, ekonomik bağımsızlığını ve gücünü kullanabilecek iken, tüm dış siyasetinde cari açığı ve iç-dış borcun yükünü sırtında taşımaktadır.
Yapılan bu soygun sonucunda, ülke uzun vadeli büyüme potansiyelini kaybetmiştir. Dünya üretiminden daha büyük pay alma şansımız kalmamıştır.
Son olarak, şunu söylemek isterim ki; hükümetin ekonomik göstergelerle oynamak, belli göstergelerin iyiye gitmesi değil de, kısmi başarılar şeklindeki propagandaları, ülkenin izafi olarak geri kalmasının
üzerini örtmüştür.
Bugün dahi ekonomide cehalet, ilkellik ve inat tüm hızıyla devam etmektedir. Ve bu bilerek yaptırılan soygunun hesabı bir gün mutlaka sorulacaktır. Bu soyguna geçit verenler, göz yumanlar, engel
olmayanlar, bu soygundan nemalananların Yüce Divan'da hesap verecekleri gün çok yakındır. İşlenen bu suç "Vatana İhanetle" eşdeğerdir ve öyle yargılanıp, cezalandırılacaktır...
Not: Devam edecek...