Anıtkabir ve kadına tekme atmak

Bu hafta hangi konudan başlayım bilemedim. Bu iki konunun ilgisi ne diyeceksiniz ama gündemdeki konular bunlar. Anıtkabire yerleştirilen plastik kaydıraktan mı başlayım yoksa şortlu kadına tekme atılan bir ülkeden mi? Gündem yoğun… Önce Atamızın değerli kabrinden başlamayı isterim. Çocuklarımıza oyun alanları sağlamak tabii ki çok doğru bir şey ama onlara nerede, nasıl davranmalarını öğretecek görgüyü de vermek de bizim görevimiz…

Anıtkabir gibi bizim için kutsal mekanları bir an için bırakalım, dünyadaki ünlü müzelerin bahçelerinde, girişlerinde plastik kaydıraklar var mı bir inceleyelim… Örneğin Paris'teki Louvre müzesi… Örneğin Londra'daki Science müzesi (Bilim Müzesi), Natural History Müzesi (Doğal Tarih Müzesi)… Hiçbirinde renkli, plastik veya ahşap kaydırak göremezsiniz. Bu müzeler çocuk kaynar, sanmayın ki çocuk yok diye kaydırak yok. Fransızlar, İngilizler ve diğer milletlere ait turistler çocukları görgü ve bilgi sahibi olsun diye, okullar, öğretmenleri eşliğinde, eğitimin bir parçası olarak bu müzeleri gezdirir çocuklara…

Bırakın kaydırağı, çocukların bağırıp çağırmasına, koşmasına bile izin vermezler. Çünkü onlara adabı muaşeret, yani görgü kurallarını da öğretirler bir yandan… Saygı, hem oradaki diğer kişilere, hem de bulundukları mekana, yani müzeye saygı onlar için önemlidir ve eğitimin bir parçasıdır. Birçok kişi yurt dışında yaşamaya can atar. Neden? Bir önemli nedeni 'Saygı' ilişkilerinin iyi bir noktada olmasındandır. Bırakın müzeyi, biz Anıtkabirden söz ediyoruz. Bırakın kaydırağı, çocuklar Anıtkabirde koşmamalı, bağırmamalı, saygılı olmalıdır. Çocuklarımıza saygıyı öğretmenin zamanı şimdidir… O kaydırağı hemen sökmenin zamanı şimdidir…

Diğer konuya gelirsek… Anıtkabire kaydırak ne kadar acı ve incitici ise, giyimimize karışılması, bir de bunun tekme, yumruk, tokat gibi saldırganlıkla korkutularak, baskıyla yapılması da o kadar acı ve inciticidir. Bireysel olarak yalnızca tekme atan bir dengesizden söz etmiyorum, Başbakandan, adamı ilk önce serbest bırakan hakimden, Milli Eğitim Müdürüne kadar uzanan geniş bir spekturumdan söz ediyorum. Olaydan sonra sarf edilen sözlerden bahsediyorum. Asıl korkutucu, acı ve incitici olan budur. Bizlerin artık ülkemize yabancılaşmamız ve baskı altında yaşayan tedirgin bir azınlık olmamızdır.

Aylar önce kuzey İngiltere'de, başı kapalı bir genç kıza trende bir İngiliz erkek Müslüman diye saldırganca davranınca, trendeki diğer İngilizlerin verdiği tepki ve bu saldırganı trenden inmeye zorlamalarını hatırlıyorum. Birkaç gün önce Norveç'te bir kuaförün tesettürlü bir kadına hizmet vermediği için devlet tarafından para cezasına çarptırıldığını okudum. İşte bu tür tutumlar, toplumları ötekileştirmeyen, yakınlaştıran barışçıl tutumlar. Her yerde bir dengesiz saldırgan olabilir ama toplumdaki bireyler ve yetkili kişiler bu saldırgan kişileri bertaraf ederse herkes dilediğince ve kardeşçe yaşayabilir. İsteyen inancına göre başını örter, isteyen de şort giyer…

Erkeklerin şortlu hanım gördüklerinde tahrik olmalarına gelince, bunun da çözümü irade, özdenetim, iç denetimden geçiyor. Bizi hayvanlardan ayıran en büyük özellik bu; irade, kontrollü davranabilme… Bu da çocuklara küçük yaşta öğretilmesi gereken bir konu. Aynı müzede, anıtkabirde koşmamak, bağırmamak, kaydırak ihtiyacında olmamak, kontrollü davranmak gibi...

Biz eğitimcilere çok büyük bir görev düşüyor, Milli Eğitim Müdürlerine de, önce çocuklarımıza kendilerini kontrol edebilmeyi öğreteceğiz ki büyüdüklerinde şortlu kadın görünce tahrik olmasınlar, oluyorlarsa kafayı başka tarafa (mesela pencereden dışarı) çevirebilsinler…

Rahmetli halam 1920 doğumluydu, dedem doktor, babaannem öğretmen… Yani halam Cumhuriyet kurulmadan önce doğmuş, dedem, babaannem, halam Osmanlı çocukları… Bir gün halam bana dedi ki: 'Biz lisedeyken 19 Mayıs törenlerini şortla kutlardık…' Sanırım 1935-36 yıllarını kastediyor olmalıydı…