Edebiyat tarihi, farklı zaman dilimlerinde ve coğrafyalarda var olan farklı akımların etkileşimiyle şekillenmiştir. Bu akımlar, yalnızca dönemin ruhunu yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun kültürel ve toplumsal yapısının da birer göstergesidir. Bir önceki yazımda bahsettiğim, Edgar Allan Poe’nun edebiyatı ve gotik tarzı ile bu yazıda karşılaştıracağım Türk edebiyatından Tevfik Fikret’in, Servet-i Fünun dönemindeki edebiyat tarzı arasında, bazı benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır. Poe’nun “Yalnız” şiirinde işlediği melankoli ve yabancılaşma duyguları, Osmanlı edebiyatında özellikle Servet-i Fünun şairlerinde de görülebilir. Bunlar arasında, Tevfik Fikret gibi şairler, Batı’nın modern edebi tarzlarından etkilenmiş ve bireyin topluma olan uyumsuzluğunu kendi eserlerinde dile getirmiştir. Tevfik Fikret’in “Sis” şiiri, İstanbul’a ve topluma dair hayal kırıklığını yansıtırken, Poe’nun “Yalnız” şiirinde, kendisine yabancılaşmış bir bireyin içsel çatışmasını görürüz. Her iki şair de toplumsal bağlamdan bağımsız olarak, bireysel duygulara odaklanmış, karanlık temalarıyla öne çıkmıştır.
Tevfik Fikret, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde, önemli bir şair, edebiyatçı ve eğitimci olarak tanınır. 24 Aralık 1867'de İstanbul'da doğmuş ve 19 Ağustos 1915'te aynı şehirde vefat etmiştir. Servet-i Fünun topluluğunun önde gelen isimlerinden biri olan Fikret, Batılılaşma, toplumsal değişim ve bireysel özgürlük temalarını işleyen önemli eserler bırakmıştır. Tevfik Fikret, ilk eğitimini İstanbul'da aldıktan sonra, Mekteb-i Sultânî (günümüz Galatasaray Lisesi) ve ardından Paris'teki Siyasi Bilimler Okulu'nda öğrenim gördü. Fransa’da geçirdiği yıllar, Batı kültürü ve düşünce akımlarına olan ilgisinin temellerini atmıştır. Tevfik Fikret, edebiyat dünyasına Servet-i Fünun dergisi aracılığıyla giriş yaptı. Bu dönemde, özellikle Batılı edebiyat akımlarından etkilenerek şiirler yazdı. Realizm ve natüralizm gibi akımlar, onun edebi dünyasında etkili olmuş, “sanat için sanat anlayışını” (parnasizm) benimsemiştir. Tevfik Fikret’in şiirlerinde melankoli, toplumsal eleştiriler ve bireysel bunalımlar sıkça yer alır. Fikret, özellikle II. Abdülhamit'in baskıcı yönetimi karşısında, sert bir eleştirmen olmuştur. Özgürlük, bireysel haklar ve halkın aydınlanması gibi kavramları savunan Fikret, Abdülhamit yönetiminin sansür ve baskılarla, özgürlükleri kısıtladığını düşündüğü için bu dönemi şiddetle eleştirmiştir. O dönemde, edebiyatla birlikte halkı bilinçlendirmeye ve aydınlatmaya çalışmıştır. Bu bağlamda; Fikret’in “Sis” adlı şiiri, onun toplumsal eleştirisinin en belirgin örneklerinden biridir. 1902 yılında yazılan bu şiir, dönemin İstanbul'unun karanlık ve buhranlı havasını simgeler. Şiir, aynı zamanda şairin, toplumsal yozlaşma ve ahlaki çöküş karşısında duyduğu derin üzüntüyü yansıtır. Sis, hem fiziksel bir doğa olayı olarak hem de toplumun kararmış ruhunu simgeleyen bir metafor olarak kullanılır. İşte günümüz Türkçesiyle “Sis” şiiri:
Sarmış yine ufuklarını bir inatçı sis,
Bir ak karanlık ki gitgide büyüyen
Ağırlığı altında silinmiş gibi her şey
Bu tozlu yığından ibaret bütün manzara
O tozlu ve heybetli yığına bakan gözler
Dikkatle nüfuz eyleyemez derine korkar!
Ama sana layık bu derin, karanlık örtü
Layık bu örtü sana, ey zulümler sahnesi
Ey zulümler sahnesi...Evet, ey gösterişli sahne
Ey facialarla süslenen ihtişamlı sahne
Ey gösterişin, şatafatın beşiği ve mezarı,
Doğu'nun imrenilen ezeli kraliçesi
Ey kanlı sevgileri, nefretle titremeden
Zevk ve sefaya susamış bağrında emziren!
Ey Marmara'nın mavi kucağında
Ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey büyücü kocakarı,
Ey bin kocadan artakalan el değmemiş dul,
Güzelliğindeki tazelik sihri ortada
Hâlâ üstüne titrer seni izleyen bakışlar
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere süzgün
Mavi gözlerinle ne kadar uysal görünürsün
Uysal fakat en kirli kadınlar gibi uysal
Üstünde coşan gözyaşlarının hepsine hissiz
(Sen) Kurulurken daha, bir hain el
Yapına katmış kötülüğün zehirli suyunu
Hep ikiyüzlülüğün kiri dalgalanır zerrelerinde
Saflığın zerresini bulmazsın içerinde
İşte her yanda ikiyüzlülüğün kiri,
Hep ikiyüzlülüğün, kıskançlığın, çıkarcılığın kiri
Yalnız bu...Ve yalnız bunun yükselme umudu
Milyonla barındırdığın cesetler arasından
Kaç alın vardır çıkacak temiz ve parlak?
Örtün, evet ey facia… Örtün, evet, ey şehir;
Örtün ve sonsuza dek uyu, ey dünyanın koca kahpesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kâtil kuleler, kaleli, zindanlı saraylar.
Sağlam mezarı anıların, ulu tapınak,
Ey gururlu sütunlar ki birer bağlanmış dev
Geçmişi geleceğe anlatmakla görevli
Ey dişleri düşmüş, sırıtan sur silsilesi
Ey kubbeler, ey şanlı tapınaklar
Ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler
Ey çatısı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
Temin edebilmiş nice bin sabırlı dilenci
"Geçmişlere rahmet" diyen mezar taşları
Ey türbeler, ey her biri patırtılı bir anıyı
Uyandırarak sessiz ve sakin yatan ecdat!
Ey toz ve çamurun savaş alanı eski sokaklar
Ey her açılan gediği bir olayı sayıklayan
Viraneler, ey uğursuzların pusu kurup gecelediği,
Ey kapkara damlarıyla yıkılmamış bir matemi
Temsil eden huzurlu ve eskimiş evler
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa yuva
Bu tasalı ocaklar ki acılarla somurtmuş
Yıllarca zamandan beri tütmek ne, unutmuş!
Ey midelerin sıkıştıran zehri önünde
Her alçaklığı yutan kurumuş ağızlar
Ey tabiatın bağışıyla en hazır ve nimet dolu
Bir yaradılışa kavuşmuşken aç, tembel ve kısır
Her nimeti, her bağışı, tüm kurtuluş nedenlerini
Gökten dilenen katlanmanın alçalışı ki...ikiyüzlü!
Ey köpeklerin sesi, ey konuşmanın onuruyla seçkin
İnsanda şu nankörlüğü lanetleyen bağırtı;
Ey faydasız gözyaşı, ey zehirli gülüş
Ey üzüntü ve güçsüzlük sözleri, lanetleyici bakış
Ey efsanelere düşen anı: nâmus;
Ey yükselme kapısına çıkan yol: ayak öpme yolu
Ey silahlı korku, ki hasarlarına dönük,
Öksüz dul ağızlardaki her talih yakınışı;
Ey kişiye dokunulmazlık ve özgürlüğe yakın
Bir soluk alma hakkı veren yasa efsanesi
Ey gerçekleşmeyen söz, ey sonsuzca kesin yalan,
Ey mahkemelerden durmaksızın sürülen hak;
Ey kuruntuların saldırısıyla duyguları bitkin
Vicdanlara uzatılan gizli kulak;
Ey dinlenme korkusuyla kilitlenmiş ağızlar;
Ey ulusal çaba ki nefret edilmiş ve horlanmış
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî tutuklu;
Ey edep ve erdemin payı, ey unutulmuş yüz;
Ey korkunun yüzüyle iki büklüm gezmeye alışmış
Eşraf ve adamları, koca bir ünlü kesim;
Ey eğilmiş baş ki ak pak ama iğrenç
Ey taze kadın, ey onu izlemeye koşan genç
Ey ayrılık acısına uğramış ana, ey kırgın eş;
Ey kimsesiz başıboş çocuklar...Hele sizler,
Hele sizler,
Örtün, evet ey facia… Örtün, evet, ey şehir;
Örtün ve sonsuza dek uyu, ey dünyanın koca kahpesi!
"Sis", sadece bir şehir eleştirisi değil, aynı zamanda bir içsel bozulma ve karamsarlık hikayesidir. Şair, sisin her yeri sardığını, görüşü engellediğini ve ruhları kararttığını vurgular. Fikret, şehrin kasvetli havasını, insanın ruhunda yaratacağı daralma ve umutsuzlukla birleştirir. "Sis" kelimesi, burada hem bir belirsizlik hem de bir yozlaşma simgesidir. Şairin içsel dünyası, adeta toplumsal yapının bozulmasıyla paralel bir şekilde kararmaktadır. Tevfik Fikret, edebiyatımızda yalnızca bir şair değil, aynı zamanda bir düşünür ve toplum eleştirmeni olarak da anılmaktadır. “Sis” şiiri, onun bu çok yönlü kimliğinin bir yansımasıdır ve bir dönemin ruhunu yansıtan bir başyapıttır. Bugün, Tevfik Fikret’in şiirini okuduğumuzda, bir dönemin toplumsal yapısını ve toplumsal değişimlerin birey üzerindeki etkilerini de kavrayabiliriz. Bu anlamda, Fikret’in “Sis” şiiri, edebiyat tarihimizde, kuşkusuz, her zaman önemli bir yere sahip olacaktır.
Buraya kadar aktardıklarımdan yola çıkarak, bir karşılaştırma yapacak olursak; Gotik edebiyat, 18. yüzyılda Avrupa’da romantizmin bir alt dalı olarak ortaya çıkmış, karanlık atmosferler ve doğaüstü öğelerle dikkat çeken bir türdür. Edgar Allan Poe gibi yazarlar, gotik tarzın en çarpıcı örneklerini sunmuştur. Poe’nun eserlerinde, bireyin içsel çatışmaları, ölüm, melankoli ve doğaüstü korkular öne çıkar. Gotik tarz, okuyucuda derin bir ürperti yaratmayı hedefler. Mekanlar genellikle karanlık, izole ve tekinsizdir; tasvirler ise bireyin ruhunun en karanlık noktalarını yansıtır. Servet-i Fünun ise, 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı’da, Batı’dan etkilenerek ortaya çıkmıştır. Bu topluluk, daha çok toplumsal sorunlar ve bireyin modernleşme sürecindeki çatışmaları, estetik bir dil arayışıyla öne çıkarır. Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin ve Halit Ziya Uşaklıgil, Servet-i Fünun'un önemli temsilcilerindendir. Gotik tarzın, bireyin içsel karanlığına odaklanmasının aksine, Servet-i Fünun eserleri, daha ziyade, bireyin dış dünyayla olan ilişkilerini, modernleşme sürecinin getirdiği değişimleri ve toplumsal eleştiriyi işler. Her iki tarz da bireyin çatışmalarını yansıtır ancak, gotik tarz, bireyin psikolojik ve ruhsal derinliklerine inerken, Servet-i Fünun daha çok bireyin toplumsal çevreyle olan uyumsuzluğuna odaklanır. Gotik tarz, imgeler ve melankolik bir anlatımla okuyucunun duygularını harekete geçirmeyi amaçlarken, Servet-i Fünun, Batı’dan gelen etkilerle süslenmiş, sanatsal bir dil ve estetik bir yaklaşım sergiler.
Gotik edebiyatın, bireyin karanlık ve gizemli yönlerini ele alarak insan psikolojisinin derinliklerini irdelemesi, modern psikoloji ve edebiyat arasındaki bağın güçlenmesine öncülük etti. Edgar Allan Poe gibi yazarlar, korku, melankoli ve yalnızlık gibi evrensel duyguları işleyerek okuyucunun kendi iç dünyasına yönelmesine katkıda bulundu. Gotik edebiyat, gerilim yaratma, atmosfer kurma ve doğaüstü temaları işleme konusunda yenilikçi teknikler geliştirdi. Bu teknikler, korku ve fantastik edebiyatın temel taşlarını oluşturdu ve bugün hâlâ kullanılmaktadır. Servet-i Fünun ise, Batı edebiyatından esinlenerek, Osmanlı edebiyatında modernleşmeyi temsil etti. Realizm, natüralizm, parnasizm ve romantizm gibi Batılı akımları tanıtarak, edebiyatın dil, tema ve anlatım biçimlerinde bir devrim yarattı. Bu eserler, Osmanlı edebiyatında şiir ve roman türlerini daha çağdaş bir forma kavuşturdu.
Üzerinde ciltler yazılabilecek bu konuyu, şimdilik, Tevfik Fikret’in en çok sevilen şiirlerinden biri olan, kız kardeşi Sıdıka için yazdığı “HEMŞİREM” adlı şiiri ile noktalayalım. Sıdıka, kocası tarafından dövülerek, genç yaşta hayatını kaybetmiştir. Bu durum, Fikret’in ruhunda derin yaralar açar. İleriki yıllarda, “Eski Şeyler” adlı kitabında, kız kardeşine ithafen yazdığı bu şiir, Türk edebiyatında; bir kadının dramını betimleyen ilk ve en güzel şiirlerden biri olarak kabul görecektir:
HEMŞİREM
Biz çocuktuk, seni gömdüler
Vefasız kumlara yabancı eller.
O günden beri, özlemli ve düşkün,
İçim kan ağlar kıbleye dönsem ne zaman,
Seni deve sırtında koşar görürüm,
Sonra kumlarda perişan görürüm,
Bir diken belki mezarının işareti,
Develer görmeye gelenler belki;
Belki de tozların altında, kim bilir,
Ne diken var ne gelen ne mezar,
Ne de sen... Bense bugün derdimle
Seni inletmeye geldim, dinle.
Dinle her nerde isen;
Toz, bulut, ruh, melek, taş ya da diken;
Bunların hepsini ağlatacak,
Bir cinayet ki... Cinayet gerçek!
Bir cinayet ki yasalar, dinler
Koymamış adını, fakat vicdan
O büyük yargıç, o apaçık kanun
Veriyor yargısını: Lanet, tiksinç!
Siz toplanın başında bu saygıdeğer cesedin,
Siz, ey kadınlığın sonsuz sızlanışları,
Ey güçsüzlük ve alçalışın ürkek gözyaşları,
Siz toplanın ve ağlaşalım... Siz bu yasın
En doğru, en yakın, en soylu tanışları!