Alevi köylerine cami yapmak…

Her din ve kültür, benmerkezcidir. Yani daima kendini daha gerçek, daha doğru ve dolayısıyla daha üstü görür. Bu mercekten bakarak diğer inanç ve kültürler ile ilişki kurar. Buna bağlı olarak da toplumda dinler ve kültürler arasında bir hiyerarşi oluşur. Oluştururlur.

Her din veya inanç aynı zamanda bir kültürdür. Ayrıca dünyayı ve hayatı açıklama biçimiyle çoğu zaman bir ideolojik aygıta da dönüşür. Özellikle yönetim biçimi olma çabası ve olması durumunda bu daha belirgin hale gelir.

Anadolu da tarih boyunca çok sayıda farklı inanca ev sahipliği yapmış bir yerdir. Selçuklularla başlayıp, Osmanlı ile doruğa ulaşan inanç sistemi İslam olmuş ve İmparatorluğun yönetiminde hukuk/şeriat halini almıştır.

Aslında Osmanlı İmparatorluğu dönemi çok etnili ve çok dinli bir yapı hüküm sürmüştür. Müslümanlar ve gayri Müslümler farklı hukuklara göre muamele görmüştür. Ancak resmi din İslam'ın Sünni yorumu olunca, diğer dini benimseyenlere de belli ölçüde baskı uygulanmıştır.

Her ne kadar Osmanlı büyük bir hoşgörü içinde farklı dinleri bünyesinde barındırdı dense de asimilasyon politikaları da teşvik edilmiştir. Bir yandan Balkanlarda Bektaşi dergahlarının faaliyetleri ile çok sayıda Hristiyan, Bektaşilik üzerinden Müslümanlaşırken, öte yandan da Anadolu'daki pek çok Alevi topluluk ya kendini gizleme yolunu seçmiş veya asimile olmuştur.

Cumhuriyet döneminde de süren bu politika, bir köşe yazısında özetlenemez ama en azından bazı örnekler ile bir değerlendirme yapabiliriz. Geçen hafta gerçekleştirdiğimiz Anadolu turundan bir iki örnek ile yetinelim.

Hacı Bektaşi Veli Türbesi, Anadolu'da Alevi ve Bektaşiler'in en kutsal mekanlarından biridir. Bir Anadolu Evliyası olarak 13. Yüzyılda yaşamış olan Hacı Bektaş, (Hace Bektaş diyenler de var) farklı bir İslam yorumu ile sadece bir tarikatın temsilcisi olmamış, diğer mezhep ve inanışlara sahip olanların da sempatisini kazanmıştır.

Bu nedenle de yaşadığı ve mezarının bulunduğu ilçeye adını vermiş bir tarihi ve kültürel şahsiyettir. 13. yüzyıldan itibaren Anadolu ve Balkanlarda yayılan Bektaşi tarikatının, İmparatorluk ile ilişkileri dönemlere göre farklılıklar göstermiştir.

Hacı Bektaşi Veli Dergahını gezerken, en dikkat çekici noktalardan birinin bu yapı içinde bir caminin bulunmasıdır. Sanırım 1834 yılında bu Dergaha bir de cami eklenmiştir. Bektaşi gelenekte cami ve namaz ibadeti bulunmamakla birlikte, bu girişim bir asimilasyon çabası olarak görülebilir.

Ardından Arapgir Onar Köyüne düşüyor yolumuz. Bilinen en eski Cem evini ziyaret ediyoruz. Eldeki bilgilere göre 1224 yapımı olan bu Cem evi yapı tekniği bakımından da bir hayli ilginçti. Dıştan bakınca kutsal bir mekan görüntüsü vermeyen, bir evin altında adeta saklanmış bir kültürel miras.

Bir Alevi köyü olan Onar köyünde adeta kaderine terk edilmiş bir bina gördük. Minaresi olmayan bu bina meğer cami imiş. Köye yapılmış ama ne imamı var ne de ibadet edeni. Ne işimiz var bizim cami ile namazla diyor köylü, bunun yapılmasını yadırgayarak.

Aynı olaya Kemaliye'nin Ocak Köyünde de rastlıyoruz. Burası da Alevi köyü. Cem evinin yanı sıra, çeşitli yatır, türbe ve müze de var köyde. Ocak Köyü'nde de cami dikkatimizi çekiyor. Ama Onar Köyü'ndeki gibi değil, bayağı büyük ve bakımlı modern bir cami.

Onun da imamsız olduğunu öğreniyoruz. Peki, neden yapıldı diye sorduğumuzda hemen yanındaki Müze görevlisi, 'artık köyümüz turistik bir köy oldu. Alevisi de geliyor Sünnisi de. Namaz kılmak isteyen olursa diye yapıldı' şeklinde açıklama yapıyor.

Sosyolojik/antrapolojik açıdan araştırmaya değer başka bazı köy grupları da var. Alevi iken zamanla Sünnileşmiş ama inanç ve ibadet şekilleri hiçbir mezhebe uymayan köyler.

Bunları da başka araştırma ve gözlem konusu olarak takvimimize alalım.